DOMANİÇ / SARUHANLAR KÖYÜ SANATÇILARI
Kullanıcılarımızın dikkatine;
Yayınımıza "www.saruhanlar.net" adresinden devam ediyoruz...bilginize.

Join the forum, it's quick and easy

DOMANİÇ / SARUHANLAR KÖYÜ SANATÇILARI
Kullanıcılarımızın dikkatine;
Yayınımıza "www.saruhanlar.net" adresinden devam ediyoruz...bilginize.
DOMANİÇ / SARUHANLAR KÖYÜ SANATÇILARI
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Hz.Muhammed (sav)

Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:21 am

Peygamberimizin Mübarek Nesebleri
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz,
Kureyş kabilesindendir. Haşim ailesinden gelmiştir. Muhterem babasının adı
Abdullah, dedesinin adı Abdülmutalib ve annesinin adı
"Amine"dir.

Peygamber Efendimizin baba tarafından mübarek nesebleri
şöyledir:

Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) İbni Abdullah,
İbni Abdülmuttalib, Haşim, Abdi Menaf, Kusey, Hakim, Mürre, Kâ'b, Lüey, Galib,
Fihr, Malik, Nadir, Kinane, Hüzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Mead, Adnan.
Adnan da İsmail aleyhisselâm'ın oğlu "Kıyzar"ın neslindendir. Adlarını
yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabilelere ayrılmıştır.
Malik'in oğlu Fihr'in evlâdından da Kureyş kabilesi meydana
gelmiştir.

Peygamber Efendimizin anne tarafından yüksek nesebleri de
şöyledir:

Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) İbni Amine,
binti Vehb, İbni Abdi Menaf, İbni Zühre, İbni Hakim.

Buna göre, Peygamber
Efendimizin babası tarafından mübarek nesebleriyle ana tarafından nesebleri
Mürre oğlu Hakim'de birleşiyor.

Kureyş kabilesinin Reisi bulunan
Abdülmuttalib, Peygamber Efendimizin hem dedesi, hem de Kabe'nin Mütevellisi idi
(Kabe'nin idare ve ihtiyaçlarını görüyordu). Bunun, Ebû Talib, Ebû Leheb, Haris,
Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah ve diğerleri olmak üzere on üç oğlu vardı. Fakat
bunlardan en ziyade Abdullah'ı severdi. Çünkü onda başka bir güzellik, başka bir
nüraniyet vardı. Abdulmuttalib bu sevgili oğluna Beni Zühre Reisi Vehb'in kızı
olan ve Kureyş kızları içinde her yönden seçkin bulunan Hazret-i Amine'yi
nikahladı. İşte bu iki kutsal varlıktan Peygamber Efendimiz dünyaya şeref
vermiştir.

Abdullah Hazretleri, Peygamber Efendimizin doğuşundan iki ay
önce bir ticaret kafilesi ile Medine-i Münevvere'ye gidip orada vefat etti. O
zaman yirmi beş yaşındaydı. Böylece Peygamber Efendimiz yetim kalmıştı.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:22 am

Hazreti Peygamberin Çocukluğu ve İlk Evlenmeleri
Peygamber Efendimizin çocukluk çağı, pek kutsal bir halde
geçti. Daha doğar doğmaz birtakım mucizeler belirmiş, kavim ve kabilesi arasında
bir bolluk ve bereket meydana gelmişti. Kâbe-i Muazzama içinde bulunan
müşriklere ait putlar, yüzleri üzere yere düşmüş, ateşe tapanların ateşleri
sönmüş, acaib rüyalar görülmüştü.

Peygamber Efendimizin dedeleri arasında
evlâddan evlâda geçen bir nur vardı. Bu nur sonunda Peygamber Efendimize geçti
ve onun mübarek yüzünde parlamaya başladı.

Mekke-i Mükerreme halkı, yeni
doğan çocukları, havası hoş olan yerlerde yaşayan ve dilleri pek açık olan
aşiretlerden birer süt anneye verirlerdi. Hazret-i Muhammed'i de, Beni Sa'd
kabilesinden Haris adındaki adamın karısı Halime'ye verdiler. Halime, bu
meleklerden daha güzel ve daha pak olan çocuğu bağrına bastı, yurduna alıp
götürdü. Onu dört yıl besledi. Bu süre içinde Hazret-i Muhammed'de gördüğü üstün
hallere ve yurdunda beliren berekete nihayet yoktu. Artık onu getirip annesi
Amine'ye teslim etti. Hazret-i Amine de bu masum yavrusunu alıp dayı çocukları
bulunan Neccar oğullarını ziyaret için Medine-i Münevvere'ye götürdü. Bir süre
orada kaldılar. Sonra Mekke'ye dönerken, Hazret-i Amine Ebva denilen yerde daha
yirmi yaşında iken vefat etti. Peygamber Efendimiz henüz altı yaşında iken
annesini de kaybederek öksüz kalmış oldu. Ümmü Eymen adındaki dadısı, kendisini
alıp Mekke'ye getirdi ve dedesi Abdulmuttalib'e teslim etti. İki yıl sonra da
Abdulmuttalib vefat etti. Ondan sonra Peygamber Efendimiz, amcası Ebû Talib'in
yanında kaldı.

Ebû Talib, kardeşinin oğlu Hazret-i Muhammed'i pek çok
sever, pek ziyade korurdu. Ebû Talib bazen ticaret için kafile ile Şam tarafına
gidiyordu. Henüz on iki yaşında bulunan Hazret-i Muhammed'i de beraber götürdü.
Busra denilen yere kadar gittiler. Alış-verişi bitirip birkaç gün sonra geri
döndüler.

Peygamber Efendimiz on yedi yaşında iken de, diğer amcası
Zübeyr ile Yemen'e gidip az sonra dönmüşlerdi.

Hazret-i Peygamber
Efendimiz artık Kureyş arasında büyük bir şeref ve şan sahibi olmuştu. Kendisine
Muhamme-dü'l-Emîn deniliyordu. Kureyş kabilesinin pek şerefli ailesinden
Huveylid kızı Hadice adında çok muhterem ve zengin bir hanım vardı. Daha genç
iken dul kalmıştı. Bazı adamlara sermaye vererek ticaret
yaptırıyordu.

Peygamber Efendimize de sermaye verdi. Kölesi Meysere'yi de
beraberine verip Şam tarafına gitmelerini istedi. Peygamber Efendimiz bu teklifi
kabul ederek Busra'ya kadar gitti. Orada işlerini görüp birkaç gün içinde geri
döndüler.

İşte Peygamber Efendimizin gençliğindeki seyahetleri bundan
ibarettir. Bu seyahatler süresince kendisinden bazı mucizeler çıkmış, kendisinin
büyüklüğünü bazı kimseler görüp anlamışlardı. Fakat yazdığımız gibi, bu
yolculuklar uzun bir zaman devam etmediği için, Peygamber Efendimiz birtakım
şahıslarla görüşme imkânını bulamamıştı.

Peygamber Efendimiz henüz yirmi
beş yaşında idi. Hazret-i Hadice de, kırk yaşını geçmişti. Pek yüksek bir ruha
sahib olan ve çok şerefli bir aileye mensub bulunan Hazret-i Hadice, Peygamber
Efendimizin muhterem zevcesi olmak şerefine her yönden lâyıktı. Onun için
Peygamber Efendimiz Hazret-i Hadice ile evlenmiş, o mübarek annemiz de ilk
zevcesi olmak şerefine kavuşmuştur.

Peygamber Efendimizin, cariyesi
Mariye'den doğan İbrahim adındaki oğlundan başka, bütün erkek ve kız evlâdı
Haticetü'l-Kübra validemizden dünyaya gelmiştir. Önce Kasım adındaki oğlu
doğmuş, bunun üzerine Hazret-i Peygambere künye olarak Ebû'l-Kasım (Kasım'ın
Babası) denilmiştir. Sonra oğlu Abdullah ile Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve
Fatımetü'z-Zehra adındaki kızları dünyaya gelmiştir. Kasım, İbrahim ve Abdullah
Hazretleri daha çocuk iken vefat etmişlerdir. Peygamber Efendimizden sonra
yalnız Fatma kaldı. O da altı ay geçmeden Peygamber Efendimizden sonra vefat
etmiştir. Böylece iki oğlu Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin'i öksüz
bırakmıştır. Yüce Allah hepsinden razı olsun.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:22 am

İslâmın Çıkışında Arabistanın Dini ve İctimai Durumu
Peygamber Efendimizin doğduğu ve daha sonra peygamberliğe
kavuşmakla İslâm dinini her tarafa yaymaya başladığı zaman, bütün dünya gibi,
Arabistan'da büyük bir cehalet ve sapıklık içinde bulunuyordu. Arablar o zaman
değişik batıl din ve mezheblere bağlı idiler. Birçoğu yıldızlara, ağaçlara,
taşlara ve heykellere tapmaktaydı. Hepsi de cahil idi. Aralarında okuryazar
kimseler çok azdı. Medeniyetten yoksundular. Dağınık bir halde yaşarlardı. Bazı
kabileler yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömer de bundan acı bile
duymazlardı.

Arabistan, önceleri böyle acıklı bir cehalet ve gaflet
içinde yaşamakla beraber, Bedevîlik sayesinde asıl geleneklerini bir dereceye
kadar koruyabilmişlerdi. Yaratılış bakımından zevki ve cesur idiler. Misafire
hürmet eder, emaneti gözetirlerdi. Yalan söylemekten kaçınırlardı. Özellikle
aralarında güzel söz söylemek ve şiir okumak san'atı ileriye bir düzeyde idi.
Çok şairler ortaya çıkmış, pek parlak kaside ve manzumeler söylenmiş ve
yazılmıştı. Artık bunlar da, bütün insanlık âlemi gibi, İlâhî bir dine
muhtaçtılar. Gerçek bir din sayesinde yüksek ve temiz bir hayata kavuşmaya
muhtaç idiler. Yüce Allah onlara lütfetti, İslâm dini sayesinde bu ihtiyaçtan
kurtuldular.

Cihanda misli görülmemiş bir yükselişe kavuştular. Az bir
zaman içinde dünyanın doğusuna ve batısına hakim kesilerek bütün beşeriyeti
uyandırmaya çalıştılar. Hak ve hakikati, fazilet ve medeniyeti öğretmeye
koyuldular ve başarı sağladılar. İslâmiyetin yüksek esaslarına ve prensiplerine
sarıldıkça yükselişten yükselişe, başarıdan başarıya kavuştular.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:23 am

İslâmiyetin İlk Kabul Edenler
Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisine peygamberlik gelince,
ilk önce çevresinde bulunan bazı kişileri özel şekilde İslâm dinine çağırdı. Bu
daveti ilk önce Hazret-i Hatice validemiz kabul edip İslâmiyet şerefine kavuştu.
Sonra Kureyş'in büyüklerinden olan Ebû Bekir ile Peygamberirimizin azadlısı Zeyd
İbni Harise ve peygamberimizin amcası Ebû Talip'in oğlu olan 9-10 yaşlarındaki
Hazret-i Ali İslâmı kabul etmişlerdi. Az sonra da Hazret-i Ebû Bekir'in delâleti
ile Osman İbnî Affan, Abdurrahman İbnî Avf, Sa'd İbni Ebû Vakkas, Zübeyr İbnî
Avvam, Talha İbnî Ubeydullah hazretleri İslâmiyetle
şereflendiler.

Peygamber Efendimiz, daha sonra insanları açıkça dine
çağırmaya başladı. Herkese Yüce Allah'ın birliğini, varlığını ve büyüklüğünü
anlatarak ondan başka hiçbir şeye tapılmamasını söyledi. Bunun üzerine gerçeği
anlayanlar müslüman olmaya can atıyorlardı. Cehaletten kurtulup mutluluğa
eriyorlardı. Bir süre sonra peygamberimizin amcalarından Hazret-i Hamza
İslâmiyeti kabul etti. Bundan az sonra da Ömer İbnî Hattab müslüman olarak İslâm
dininin yayılmasına çalıştı. Artık müslümanların sayısı günden güne
artıyordu.

Peygamber Efendimizi görüp de ona iman edenlere çoğul olarak
sahabe ve ashab denir. Bunun tekili "Sahabî'dir. Bu şerefe kavaşan hanımlara da
"Sahabiyyat" denir ki, tekili "Sahabiyye"dir.

Ashab-ı Kiramın en
büyüklerinden olan Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali Hazretlerine "Hulefa-i Raşidin,
Çaryar-i Güzin" denir ki, bunlar Hazret-i Peygamberden sonra sırasıyla halifelik
makamına geçmişlerdir. İslâm dinine pek çok hizmetler etmişlerdir. Bu dört
sahabi ile Abdurrahman İbnî Avf, Sa'd İbnî Vakkas, Zübeyr İbnî Avvam, Talha İbnî
Ubeydullah, Saîd İbnî Zeyd, Ebû Ubeyde İbnî Cerrah Hazretlerine de Aşere-i
Mübeşşere (cennetle müjdelenen on kişi) denir ki, bunlar Hazret-i Peygamber
tarafından cennetle, müjdelenmişlerdir.

Peygamber Efendimiz görüp de ona
iman edenlerin hepsi de mübarek, mukaddes, her yönden saygı değerdirler. Onların
değer ve şerefleri diğer bütün müslümanlardan daha yüksektir. Bu da Peygamber
Efendimize kavuşma şerefine erişmelerinin ve İslâm dinine ilk hizmet etmenin bir
neticesi, bir mükâfatıdır.

Onun için biz o yüksek zatların hepsine
istisnasız hürmet ve sevgi besleriz. Onların arasında meydana gelmiş bazı
olaylar, birer içtihada ve hikmete dayandığından biz o olayları kurcalamayız. O
olaylardan dolayı hiç birine dil uzatamayız. Peygamberin ve diğer din
büyüklerinin bizlere emir ve öğütleri bu şekildedir.

Allah'a hamd olsun
ki, Sünnet ehlinden olan bütün müslümanlar bu şekilde hareket eder, bütün
ashab-ı kiramdan, "radıyallahu anhüm = Allah onlardan razı olsun," diyerek hayır
dua ile anarlar. Bu konuda "Ashab-ı Kiram Hakkında müslümanların Nezih
İtikatları" adlı eserimizde geniş bilgi vardır. Yüce Allah Hazretleri bütün
ashab-ı kiramdan razı olsun, amîn...
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:23 am

İlk Müslümanların Çektikleri Eziyetler, Habeşistana Hicretleri
ve Çember İçinde Kalmaları
Peygamber Efendimizi doğrulayıp İslâm dinini kabul eden
ashab-ı kiramdan birçokları, bu uğurda pek çok eziyetler çekmiş, birçok maddî
mahrumiyetlere katlanmış, dinleri uğrunda mallarını ve canlarını vermişlerdir.
Peygamber Efendimiz dahi birçok eziyetlere uğramış, hiç bir peygamberin
görmediği eza ve cefaya uğrayarak bunlara sabretmiş ve metanet göstermiştir.
Yüksek Peygamberlik görevini en üstün bir şekilde çalışarak yerine
getirmiştir.

Kölelerden ilk önce müslüman olan "Bilâl-i Habeşî" idi. Bu
zat müslüman olunca, görmediği eziyet kalmamıştır. Müşrikler bu muhterem zatın
boynuna ip takmışlar ve onu çocukların eline vererek sokaklarda ve kızgın
kumların üzerinde dolandırmışlardır. Onu bayıltıncaya kadar döğmeye devam
etmişlerdir. Fakat Hazret-i Bilâl: "Allah birdir, Allah birdir," diyerek dininde
direniyor, bu eziyetlere katlanıyordu. Sonra onu Ebû Bekir Hazretleri satın
alarak azad etmişti. Dinindeki sebat ve metanetinin mükâfatıdır ki, onun mübarek
ismi asırlardan beri bütün İslâm ümmeti tarafından saygı ile anılıp durmaktadır.
(Allah ondan razı olsun).

İslâmiyeti kabul edenlerden bir kısmı da,
gördükleri eziyet yüzünden vatanların terk ederek Habeşistan'a hicrete mecbur
kalmışlardı. Şöyle ki: Bunlardan ilk defa on bir erkek ile dört kadın, sonra
seksen iki erkek ile yirmi kadın hicret etmiştir. Peygamberimizin muhterem kızı
Rukiye ile kocası Hazret-i Osman da bu ilk hicret edenlerdendir. Habeşistan
hükümdarı olan Necaşî bu muhacirlere çok hürmet etmiş, onlara yer göstermiş ve
sonra da İslâmiyeti kabul etmişti.

Peygamberimize elçilik görevi
verildiğinin yedinci senesi olmuştu. Mekke'deki müşrikler, müslümanların günden
güne artmakta olduklarını ve güçlendiklerin görerek onlara bir kat daha şiddet
kullanmaya başladılar. Peygamber Efendimizin mensub olduğu Beni Haşim (Haşim
Oğulları) ile alışverişi kesmiş, onlara yararlı olan şeyleri bildirmeye karar
vermişlerdi. Onların yoksulluk içinde yaşamaları için kendileriyle her türlü
ilgiyi kesmek hasusunda bir sözleşme yazıp Kabe'nin bir duvarına asmışlardı.
Artık Haşim Oğullarından gerek müslüman ve gerekse müslüman olmayanlar, "Şa'b-i
Ebû Talib" denilen bir mahallede çember altına alınmış duruma sokulmuşlardı. Son
derece sıkıntı içinde vakit geçiriyorlardı. Diğer müslümanlar da gelip bu
mahallede toplanmışlardı. Fakat bu sözleşmenin başındaki "Bismikallahümme
(Allah'ımızın adı ile)" yazısından başka bütün yazıların güvelerin yemiş
olduğunu, Peygamber Efendimiz bir mucize olarak haber vermişti. Onlar gidip
baktılar, bu gerçeği anlayınca biraz utandılar. Böylece müşrikler Haşim
Oğullarına karşı olan sözleşmelerini bozdular. Haşim Oğulları da, diğer
müslümanlar gibi, bu çemberden kurtulup biraz nefes aldılar.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:24 am

Ebû Talib İle Hazret-i Haticenin Vefatları
Amcası Ebû Talib, Peygamberimizi çok sever, pek ziyade
korurdu. Efendimizin pek muhterem ve pek doğru sözlü bir zat olduğunu bilirdi.
Fakat kavminin dedikodusundan çekinerek görünüşte iman etmiş değildi. Kalben
iman etmiş olduğu kendisine isnad edilen bazı şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Gerçeği ancak Yüce Allah bilir. Seksen yaşında olduğu halde, Risaletin onuncu
yılında vefat etmiştir.

Ebû Talib ölümüne yakın bir zamanda Kureyş
büyüklerini yanına çağırarak onlara şöyle bir öğüt vermiş: "Ey Arab'ın
seçkinleri! Kimsesizlere sevgi, fakirlere yardım ediniz. Namus ve fazileti
gözetiniz. Daima birlik ve beraberlik içinde hareket ediniz. Özellikle
Muhammedül'l-Emîn'e itaat edip onu gözetiniz. İyi biliniz ki, Hazret-i Muhammed
her sözünde doğrudur. O, Allah'ın hidayetine başarısına kavuşmuştur. Bütün
Kureyş oymakları ve bütün çevre insanları onun emrine boyun eğecek, onun
çağrısına koşacaktır. Eğer daha yaşayacak olsaydım, her türlü zorluklara
katlanarak ona yardıma davem ederdim."

Ebû Talib'den üç gün sonra da
"Hatîcetü'l-Kübrâ" validemiz vefat etmiştir. Bunların ölümleri Peygamber
Efendimizi çok duygulandırmıştı. Peygamber Efendimiz Hazret-i Hatice'den çok
memnundu. Onun üzerine başkası ile evlenmemişti. Onun için şöyle buyurmuştur:
"Bana ondan daha hayırlı bir zevce nasib olmadı. Beni kimseler doğrulamadığı bir
zamanda o doğruladı. Benden herkes malını esirgerken o, mallarını bana harcadı.
Benim dünyada bir dostum vardı; o da Hatice idi."

Peygamber Efendimiz
Hazret-i Hatice'nin vefatından sonra Zem'anın kızı "Sevde" validemizle, Hazret-i
Ebû Bekir'in kızı "Aişe-i Sıddıka" validemizle, daha sonra Hazret-i Ömer'in kızı
"Hafsa" validemizle, Hazret-i Ebû Süfyan'ın kızı "Ümmü Habibe" validemizle
evlenmiştir. Yüce Allah hepsinden razı olsun.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:25 am

Peygamberimizin Kabileleri Dine Daveti Ve Akabe Beyati
Mekke'deki müşrikler, Ebû Talib'in öğütlerini
dinlemediler. Onun ölümünden sonra Hazret-i Peygambere daha ziyade düşmanlık
ettiler. Eziyet etmeğe kalkıştılar. Peygamber Efendimiz de azadlısı olan Zeyd'le
beraber Mekke'den çıkıp Taife gitti. Önce civarında bulunan "Bakr ibni Vail"
kabilesi ile "Kahtan" kabilelerinden birini dine davet etti; fakat bunlar daveti
kabul etmediler. Sonra Taife vardılar. Orada "Benî Sakıf' kabilesini dine
çağırdı; onlar da kabul etmediler, uygunsuz sözler söylediler. Hazret-i
Peygamber Mekke'ye döndü, Mekke'ye bir konaklık mesafede bulunan "Batni Nahle"
vadisine gelince, bir gece orada kalıp ibadetle meşgul oldu. "Errahman" sûresini
okurken cinlerden bir bölük gelip okunan âyetleri dinlediler ve Peygamber
Efendimize iman ettiler. Duyduklarını gidip diğer cinlere de anlattılar. Bu bir
gerçektir. Bunu Kur'ân-ı Kerîm bildirmektedir.

Peygamber Efendimiz yalnız
insanlara değil, cinlere de peygamber gönderilmiş bulunmaktadır. Bunun içindir
ki, kendisine Resulü's Sakaleyn (insanların ve cinlerin peygamberi) denilmiştir.
Meleklere de peygamber olarak gönderilmiş bulunduğunu söyleyenler vardır. Gerçek
şu ki, onun varlığı bütün âlemler ve yaratıklar için Allah tarafından bir rahmet
olmuştur.

Peygamber Efendimiz Taif'den Mekke'ye dönünce, yine her türlü
eziyetlere katlanarak halkı İslâm dinine çağırmaya devam etti. Her sene hac
mevsiminde civardan Mekke'ye gelen ve "Suk-ı Ukaz" denilen panayırda toplanan
kabilelerle görüşüp onları İslâm dinine çağırıyordu. Bunlardan bir kısmı daveti
kabul ederek müslüman olmuş ve böylece İslâmiyet yavaşça Arab yarımadasına
yayılmaya başlamıştı. Mekke müşrikleri de, bu yayılmanın önüne geçmek
istiyorlardı. Peygamberimize iftira ediyor, ona şair, kâhin, mecnun, sahir demek
küstahlığında bulunuyorlardı.

Ne garipdir ki, içlerinde "Velid ibni
Muğire" gibi cin fikirli adamlar, Hazret-i peygamber için şöyle
diyorlardı:

"Biz Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl kâhin
diyebiliriz ki, onun sözleri asla kâhinin sözlerine benzemiyor. Biz ona nasıl
mecnun diyelim ki, onda asla cinnet alâmeti yoktur. Biz ona şair de diyemeyiz;
çünkü biz şiirin bütün kısımlarını biliriz. Onun sözleri bunlardan hiç birine
benzemiyor. Ona büyücü veya sihirbaz da diyemeyiz; çünkü o ne okuyup üflüyor, ne
düğüm bağlıyor. Onun neresi sihirbaza benziyor? Doğrusu bu dediklerimizin hiç
biri ona yakışmıyor."

Birtakım hayırsız kimseler, peygamberde görülen
İlâhi nuları ve olgunluk hallerini anlayamayıp ondan yararlanamadıkları gibi,
başkalarının da yararlanmasına engel oluyorlardı. Fakat zavallılar bilmiyorlar
ki, Yüce Allah'ın güneşini hiç kimse perdeleyemez. Allah'ın nurunu kimse
söndüremez. Böyle tehlikeli hareketlerde bulunanlar ve kötü kuruntu taşıyanlar
yıkılıp giderler. Allah'ın nuru yine anlayış sahibi mü'minlerin gönlünü
aydınlatmaya devam edip gider. Dünya tarihi buna şahiddir.

Peygamberliğin
on birinci yılı idi. Peygamber Efendimiz yine hac mevsiminde kabileleri dine
davet ediyordu. Medine halkından ve Hazreç kabilesinden bir topluluğa "Akabe"
denilen tepede rasgeldi. Kendilerine İslâm dinini anlattı. Kalbleri
duygulandıran ve aklı düşünmeye götüren Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden bir mikdar
okudu. O muhterem topluluk da, İslâmiyetin ne yüksek bir din olduğunu anlayarak
Allah'ın peygamberini doğruladılar ve iman ettiler. Bir yıl sonra bunlardan beş
kişi ile yine Medine halkından diğer yedi kişi gelip "Akabe" isimli yerde
Hazret-i Peygamberle görüştüler. "Bundan sonra Yüce Allah'a ortak
koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina etmeyeceklerine, hiç kimseye iftirada
bulunmayacaklarına, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine" dair Hazret-i Peygambere
söz verdi, and içtiler. İşte bu şekilde yapılan sözleşme'ye (and'a), "Birinci
Akabe Bey'atı" denir.

Birinci Akabe Bey'atını yapan ashab-ı kiram
Medine'ye döndüler, orada İslâmiyeti yaymaya başladılar. Peygamberliğin on
üçüncü yılında, Medine'deki Evs ve Hazreç kabilelerinden yetmiş üç erkek ile iki
hanım yeniden geldiler. Ebu Eyyüb El-Ensarî de bunların arasında idi. Peygamber
Efendimizle Akabe denilen yerde buluştular ve İslâmiyeti kabul ettiler. Ayrıca
Peygamber Efendimizi Medine'ye davet ettiler. Medine'ye şeref verdikleri zaman
da kendisini canları gibi koruyacaklarını ve emirlerine uyacaklarını,
müslümanların fakirlerine ve zayıflarına yardım edeceklerine yemin ederek
kabullendiler ve buna söz verdi, and içtiler. İşte bununla "İkinci Akabe
Bey'atı" meydana gelmiştir.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:26 am

Ayın Bölünmesi Ve Miraç Mucizeleri
Ayın iki parçaya ayrılması, peygamberliğin sekizinci
yılında olmuştur. Şöyle ki: Müşriklerden bir kısım kimseler, mehtaplı bir
gecede, ayın ikiye ayrılıp sonra birleşmesini Peygamber Efendimizden istediler.
Böyle bir mucize gösterilmedikçe, iman etmeyeceklerini söylediler. Hazret-i
Peygamber de Yüce Allah'a dua etti. Ay da, Yüce Allah'ın kudreti ile iki parçaya
ayrıldı. Bir parçası Nur (Hira) dağının bir tarafında, diğer parçası da öbür
tarafında yüksekten göründü. Sonra birleşip eski halini aldı. Bu mucizeyi, o
gece bazı yolcular da görmüştü. Mekke'ye geldikleri zaman bu olayı anlattılar.
Ne yazık ki, müşrikler yine iman etmediler. Bu olayı bir sihir sandılar. Oysa
ki, Yüce Allah'ın kudreti her şeye yeterlidir. Bir peygamber için mucize olmak
üzere böyle bir olayı meydana getirmesine ne engel vardır? Gökyüzünde nur saçan
birçok yıldızların veya diğer varlıkların güneşten ayrılarak onun çevresinde bir
düzen kurduklarını bugünkü alimler iddia edip duruyorlar. Artık bu üstün
âlemleri yaratıp düzene sokan Yüce Allah böyle bir mucizeyi yaratamaz
mı?..

Çok yazıktır ki, inkarcı ve gafil insanlar, Yüce Allah'ın sonsuz
kudretini hudutlandırmış oluyorlar da, bundan haberleri olmuyor. Doğrusu böyle
tabiatla ilgili mucizeleri inkâr etmeye veya başka türlü yorumlamaya asla
ihtiyaç yoktur. Yazıklar olsun buna aykırı bir düşünceye sahib
olanlara!..

Peygamberliğin on üçüncü senesinde de "Miraç" mucizesi
olmuştur. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
Hazretleri, Medine'ye hicretlerinden sekiz ay önce Receb ayının yirmi yedinci
gecesi idi. Cibril-i Emin geldi ve "Burak"adında bi binit getirdi.
Peygamberimizi alıp Kudüs'deki "Mescid-i Aksa"ya götürdü. Oradan göklere
çıkardı. Peygamber Efendimiz nice âlemler gördü. Diğer peygamberlerin ruhları
ile görüştü. "Sidretü'l-Münteha" denilen makama kadar vardı. Yüce Allah'ın
birçok tecellisine kavuştu. Peygamberin kendisine ve ümmetine beş vakit namaz
farz kılındı. Aynı gece ve kısa bir zaman içinde evine geri getirildi.
Sabahleyin bu olağanüstü olayı insanlara haber verince, mü'minler onu tebrik
ettiler. Müşrikler ise, "Böyle bir şey olamaz" diyerek inkârda
bulundular.

O bilgisiz ve düşüncesiz insanlar hayvanlara, taşlara ve
ağaçlara tapıyorlardı. Yüce Allah'ın kudretini de, bu taptıkları şeylerin
kudretine ve kuvvetine benzeterek böyle üstün bir olayın meydana gelmesine imkân
göremiyorlardı. Eğer bunlar, bu kâinatı yaratanın nasıl büyük bir yaratıcı
olduğunu biraz bilseler ve eğer o hikmet sahibi Allah'ın şu üstümüzdeki sonsuz
boşlukta milyonlarca büyük küçük küreleri tutup büyük bir hızla hareket
ettirmekte olduğunu düşünselerdi, böyle bir mucizeyi inkâra gerek görmezlerdi.
Zavallı insanlar!.. Kendi yapacakları taşıtlarla, füzelerle Merih'lere ve
Zühre'lere yükselip çıkabileceklerini düşündükleri halde, Miraç olayının sadece
Allah'ın kudreti ile olmasını nasıl uzak görebilirler?..

Şüphe yok ki,
Yüce Allah'ın gücü her şeye yeter.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:26 am

İslâmiyetin Medinede Yayılmasi Ve Müslümanların Oraya Hicreti
Medine'nin eski adı "Yesrib" idi. Oraya Yemen'in Ezd
kabilesinden bir toplum gelip yerleşmişlerdi. Bu toplumun başkanı olan Haris
ölünce, Evs ve Hazreç adlarındaki iki oğlunu bırakmıştı. O toplum da ikiye
ayrıldı. Bir kısım Evs, diğer bir kısmı da Hazreç'e bağlandı. Böylece Medine'de
Evs ve Hazreç adında iki kabile türemiş oldu. Daha sonra bunların arasına
şiddetli düşmanlık girdi. Daima birbirleriyle çarpışıp dururlardı. Dünyayı
verseler aralarını bulmak ve kalblerini birleştirmek mümkün değildi. Fakat ne
zaman ki İslâmiyet nurları parlamaya başladı, hemen o eski düşmanlığı unuttular.
Bu düşmanlık yerine bir sevgi ve bir kardeşlik meydana geldi. Birbirine din bağı
ile bağlandılar ve birbirinin selâmetine,mutluluğuna çalıştılar. Böylece ortak
düşmanları olan Yahudilere üstün geldiler.

İşte İslâmiyet Medine'de bu
iki kabile arasında günden güne hızla yayılıyordu. Ashab-ı kiramdan ''Umeyr oğlu
Mus'ab" bunlara Kur'ân-ı Kerîm ve İslâm ahlâkını öğretmek için Medine'ye
gönderilmişti. Sonra Başkanları olan "Sa'd ibni Muaz ve Üseyyid ibni Hudayr" de
müslüman olunca, bu iki kabile arasında İslâm olma nimetine kavuşmayan kalmamış
gibiydi.

Mekke'deki müslümanlar, müşriklerden çekilemeyecek derecede
eziyet görüyorlardı. İkinci Akabe Bey'atından sonra, azar azar gizlice Medine'ye
hicrete başladılar. Yalnız Hazret-i Ömer Mekke'den çıkacağı zaman Kabe'yi
ziyaret edip orada toplanmış bulunan müşriklere açıkça şöyle söyledi: "Siz ne
akılsız kimselersiniz ki, taştan ve ağaçtan yapılmış şeyleri mabud
tanıyorsunuz!.. İşte ben gidiyorum... Babasını evlâdsız, evlâdını babasız,
karısını kocasız bırakmak isteyenler varsa, beni izlesin." Bu konuşmayı açıktan
yaparak çıkıp gitmişti.

Medine-i münevvere'ye hicret eden ashab-ı kirama,
Muhacirin (göç edenler) denir. Medine halkından olan ashab-ı kirama da Ensar
(yardım edenler) denir. Bu zatlar muhacirlere çok büyük yardımlarda bulundukları
için kendilerine "Ensar" unvanı verilmiştir. Yüce Allah hepsinden razı olsun.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:27 am

Peygamberimizin Medineye Hicretleri Ve Oradaki Bazı
Çalışmaları
Peygamberliğin on dördüncü yılı idi. Mekke'deki
müslümanlar Medine'ye hicret etmişlerdi. Mekke şehrinde yalnız Hazret-i
Peygamber ile aile halkı ve Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali
kalmışlardı.

Müslümanların böyle Medine'ye gidip orada bir kuvvet meydana
getirmeleri, Mekke'deki gayrimüslimleri düşündürüyordu. Darü'n-Nedve denilen bir
binada toplandılar. Müslümanların en büyük düşmanı olan Ebû Cehil adındaki
şahsın sözüne uydular. Hazret-i Peygamberi öldürmeye karar verdiler. Her
kabileden bir şahıs ayrılarak geceleyin Hazret-i Peygamberin evini kuşattılar.
Uyumasını bekliyorlardı, onu öldüreceklerdi.

İşte o gece, Cibril-i Emîn
geldi, durumu Hazret-i Peygambere bildirdi ve Medine'ye hicret için kendisine
izin verildiğini söyledi. Hazret-i Peygamber kendi yatağına Hazret-i Ali'yi
yatırdı. Yerden bir avuç toprak alıp dışarda bekleyen müşriklerin üzerlerine
saçtı. Hiç birisi görmeksizin aralarından çıkıp gitti. O gece bir yerde kaldı.
Gündüzün öğle vakti Hazret-i Ebû Bekir'in evine gitti ve beraberce hicret
edeceklerini müjdeledi.

Rebiülevvel ayının ilk günleri idi. Peygamber
Efendimiz Hazret-i Ebû Bekir ile geceleyin Mekke'den çıktılar. Mekke'ye bir
saatlik uzaklıkta bulunan "Sevr" dağına gittiler. Orada "Athal" denilen bir
mağarada saklandılar. O gece orada kaldılar. Mekke müşrikleri durumu öğrenince,
Hazret-i Peygamberin peşine düştüler. Her tarafı yokladılar. Öyle ki, bu
mağaranın yanına bile geldiler. Fakat mağaranın kapısına örümcekler hemen
ağlarını örmüş, güvercinler de oracıkta yuva kurmuşlardı. Orada kimsenin
bulunamayacağını anlayarak geri döndüler. Bu bir mucize idi.

Sonra
Peygamber Efendimiz muhterem arkadaşı ile mağaradan çıktı. Daha önce, Abdullah
ibni Ureykıt adında biri aracılığı ile hazırlanmış oldukları iki deveden birine
Hazret-i Peygamber ile Hazret-i Ebû Bekir, diğerine de Hazret-i Ebû Bekir'in
oğlu Abdullah ile "Âmir ibni Füheyre" binerek Medine tarafına yöneldiler. Yolda
birçok üstün haller meydana geldi.

Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi
ve sellem) Efendimizin Mekke'den çıkmış olduğunu öğrenen müşrikler, Peygamberi
ve arkadaşı Ebû Bekir'i yakalayıp getirecek kimselere yüz deve vereceklerini
ilân etmişlerdi. Bunu almak için Benî Müdliç aşiretinden "Süraka" adında birisi
Peygamberimizin arkasına düştü. Kudeyd denilen yerde Peygamberimize yetişti.
Fakat atının ayakları dizlerine kadar yere battı. Bundan davranışının kötü
olduğunu anladı. Peygamberimizden güvenlik sözü istedi ve onu peygamberden aldı,
bu şekilde kurtuldu. Mekke'nin Fethinde de İslâmiyeti kabul etti.

Benî
Eslem kabilesinde "Büreydetü'bnü'l-Huseyb" adındaki biri de, yetmiş kadar atlı
ile Hazret-i Peygamberi yakalatmak sevdasına düştü. Fakat Hazret-i Peygambere
yetişince, fikrini değiştirdi. Kalbinde iman parlamaya başladı, beyaz sarığını
çözdü: "Ey Allah'ın Resulü! Sizin böyle bayraksız yürümenize gönlüm razı
olmuyor; izin veriniz de, alemdarınız (sancaktarınız) olmak şerefine kavuşayım,"
dedi ve aldığı izin üzerine, sarığını kargısının ucuna bağladı. Medine'ye bir
saat uzaklıkta olan "Kuba" köyüne kadar Peygamberin yanından ayrılmadı. İslâmın
ilk bayrağı bu mübarek sarıktır.

Peygamberimizin Medine'ye varacağını
Medineliler işitmişti. Her sabah Medine dışına çıkar, sıcaklar basıncaya kadar
beklerlerdi. Bir pazartesi günü, Hazret-i Peygamber ile mağara arkadaşı Ebû
Bekir'in gelmekte oldukları görüldü. Hemen karşılamaya koştular ve Kuba köyünde
onlarla buluştular.

Peygamber Efendimiz Kuba'da üç gün kaldı ve meşhur
Kuba mescidini yaptırdı. İslâmda yapılan ilk mescid budur. Sonra Hazret-i Ali
arkadan yetişip Kuba'da Hazret-i Peygamberle buluştu. Ashab-ı kiramdan meşhur
"Selman-ı Farisî" de Kuba'ya gelip İslâm dinini kabul etti.

Peygamber
Efendimiz, Rebiülevvel ayının on altısına raslayan bir cuma günü idi ki,
sabahleyin müslümanlardan yüz kişi ile Kuba'dan ayrılıp medine'ye yürüdüler.
Yolda "Ranuna" denilen derenin üst tarafına indiler. Peygamber Efendimiz orada
çok açık ve güzel hutbe okuyup cuma namazını kıldırdı. Hazret-i Peygamberin ilk
kıldırdığı cuma namazı budur.

Peygamber Efendimiz, o gün Medine'ye şeref
verdiler. O gün müslümanlar için bayram olmuştu. Her ağızdan: "Ya Resûlallah"
Hoş geldiniz," sesleri yükseliyordu. Her yüzde bir neşe ve sevinç parlıyordu.
Güzel şiirler okunuyordu. Ensar-ı kiramdan her biri: "Ya Resûlallah! Benim evimi
şereflendir," diye yalvarıyordu. Fakat Peygamber Efendimiz, hiç birinin gönlü
kalmasın diye: "Devemi bırakınız, Yüce Allah tarafından görevlendirildiği tarafa
gidiyor. Bakalım nerede duracak!" buyurdu. Deve de önce "Malik ibni Neccar"ın
evi önündeki boş arsada çöktü. Sonra kalkıp Beni Neccar'dan "Halid Ebû Eyyüb
El-Ensarî'nin evinin önünde çöktü. Oradan da kalkıp yine eski yerine dönerek
orada durdu. Peygamber Efendimiz: "İnşallah konağımız burasıdır," diyerek
Hazret-i Halid'in evine şereflendirdi. Yedi ay o evde oturdu.

Ensar-ı
kiram (Medineli ashab), her gün peygamberi ziyaret ederek nöbetle yemek getirir
ve hizmette bulunurlardı. O süre içinde, adı geçen boş arsa on miskal altına
satın alınarak üzerinde bir mescid bina edildi. Bugün imarına pek büyük önem
verilerek yapılmış olan Mescid-i Nebevi (Peygamberin Mescidi) işte aslen bu
mübarek mesciddir. Bunun çevresinde yapılmış olan hücreler (odalar) tamamlanınca
Peygamber Efendimiz bunlara taşındı. Mekke'de kalmış olan mü'minlerin annesi
Hazret-i Sevde ile Peygamberimizin diğer aileleri Medine'ye getirildi. Artık
Medine-i Münevvere bu mübarek mü'minlerin ikinci yurdu
olmuştu.

Müslümanlar tarafından kubul edilen "Hicrî Tarih", Peygamber
Efendimizin Medine'ye hicret ettikleri yılın Muharrem ayından başlar. Bu
tarihten itibaren müslümanlar için pek parlak bir ilerleme ve açılma devresi
başlamış oldu.

Mescid-i Nebevi (Peygamberin Mescidi) yapıldıktan sonra,
ashab-ı kiram toplanıp beş vakit namazı cemaatla kılmaya başlamışlardı. Fakat
namaz vakitlerini ilân edip bildirmek gerekiyordu. Başka milletlerin ibadete
çağrı için boru öttürmek, çan çalmak, yüksek bir yerde ateş yakmak gibi kabul
etmiş oldukları anlamsız işaretler İslâmiyete yakışmazdı. Bir aralık Hazret-i
Ömer'in teklifi ile: "Essalâte Camiaten (topluca namaza)" diye seslenildi. Sonra
Ensar-ı kiramdan Abdullah ibni Zeyd'e rüyasında bildiğimiz şekilde ezan
öğretildi. Hazret-i Ömer de böyle bir rüya gördü. Peygamber Efendimiz bunu
işitince: "İnşaallah bu rüya hakdır, namaza böyle çağrılmalıdır," diye emretti.
Sonra bu rüya, Allah'ın vahyi ile de sağlamlaştırıldı. Artık namaz vakitleri bu
şekilde ilân edilir oldu.

Yeryüzünda namaz vakitleri değişik saat ve
zamanlara rast geldiği için, hiç bir saat yoktur ki, orada, Muhammedi Ezan
okunmasın. Bu şekilde Yüce Allah'ın birliği ve büyüklüğü, Peygamberimizin
elçiliği, namazın kurtuluşa sebeb olduğu bütün insanlık âlemine yüksek bir sesle
ilân edilmiş oluyor.

Peygamber Efendimiz ilk müezzini Bilâl Habeşî'dir.
Ebu Mahzure Samure İle Amr ibni Ümmi Mektüm ve Sa'dü'l-Karaz da Peygamberimizin
müezzinlerindendir. (Radıyallahu Teâlâ anhüm).
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:28 am

Peygamberimizin Cihada Mezuniyeti Ve Başlıca Düşmanları
Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, bütün âlemlere
rahmettir. O, insanlık âlemini bir kardeşlik düzeni üzere yaşatmak ve yükseltmek
isterdi. Cehalet karanlıkları içinde kalmış insanları hidayet nurları ile
aydınlatmaya çalışırdı. Bunun için kavmine çok güzel öğütler verdi. On üç senede
çok yumuşaklık ve tatlılık gösterdi. Ne yazık ki, onlardan birçokları bu mutlu
hayatın kıymetini bilemediler. Müslümanların canlarına saldırmaktan geri
durmadılar. Sonunda onları yurdlarından çıkmaya da mecbur bıraktılar. Fakat
bununla da yetinmediler. Diğer Arab kabilelerini de müslümanların aleyhine
kışkırttılar. Bazı şairleri alet kullanarak müslümanların şereflerine dil
uzatmaktan çekinmediler. Artık öğüt ve tatlılıkla hareket etmek zamanı geçmiş,
müslümanlar kuvvet bulmuş, İslâm fazilet ve medeniyetini bütün dünyaya yaymak
zamanı gelmişti.

Hicretin birinci yılı idi. Yüce Allah tarafından cihad
için müslümanlara izin verildi. İslâm dinini söndürmek isteyenlere karşı kuvvet
kullanılmasına müsaade edildi. Bunun üzerine birçok savaşlar yapıldı, düşmanlara
karşı birlikler gönderildi. Bütün bunlar, İslâm varlığını koruma yolunda
yapılmıştır.

Peygamber Efendimizin bizzat bulunduğu savaşlara "Gazve"
denilmiştir ki, bunun çoğulu "Gazevat'dır. Ashab-ı kiramdan bir zatın kumandası
altında savaşa giden az bir kuvvete de "Seriyye" adı verilmiştir. Bir Seriyye,
beş kişiden dört yüz kişiye kadar olan seçkin askeri bir birlik
demektir.

Peygamberimizin gazveleri (savaşları) sayı olarak yirmi
yedidir. Seriyyelerin sayısı da kırk dört veya elli altıdır. Biz bunların
önemleri hakkında biraz bilgi vereceğiz.

Peygamber Efendimizin karşısında
bulunan başlıca düşmanlara (gayrimüslimlere) gelince, bunlar üç sınıf idiler.
Şöyle ki:

Birinci sınıf: Mekke'de bulunup da henüz iman etmemiş olan
Kureyş kabilesi idi. Bunlar baştan beri müslümanların en büyük düşmanı
kesilmişlerdi. Peygamber Efendimiz Mekke'de bulunduğu süre içinde onları
tatlılıkla ve hoş bir şekilde öğütlerle yola getirmeğe çalıştı. Fakat bunların
düşmanlık ve saldırıları hicretten sonra da devam ettiğinden, artık onlara karşı
silâh kullanılmasına mecburiyet görülmüştür.

İkinci sınıf: Tarafsızlar
idi. Bunlar, işin sonunu gözlüyorlardı. Bunların bir kısmı müslümanları severdi.
Benî Hüzaa gibi... Diğer bir kısmı da müslümanların ilerlemesini istemezdi. Benî
Bekr kabilesi gibi...

Üçüncü sınıf: Bunlar müslümanlara sulh ve anlaşma
yapan Yahudi kabileleri idi. Benî Kurayza, Benî Nadir, Benî Kaynuka kabileleri
gibi.

Bunlar hicretin birinci yılında Hazret-i Peygamberle sözleşme
yapmışlardı. Müslümanlara asla saldırmayacaklardı. Buna karşılık da, kendileri
dinî ayinlerini serbestçe yapabilecekler, mal ve canları korunmuş olacaktı.
Fakat bunlar verdikleri sözde durmadılar. Müslümanların aleyhinde
bulunmuşlardır.

Yukardaki üç sınıftan başka bir de "Münafıklar Topluluğu"
meydana çıkmıştı. Bunlar görünüşte müslüman idiler; fakat içerden müslümanlığın
aleyhinde bulunuyorlardı, bozgunculuk çıkarıyorlardı. Hazreç kabilesinden
"Abdullah ibni Ubeyy ibni Selül" ve Evs kabilesinden "Haris ibni Süheyl"
gibi...

Bir de, bazı şairler vardı. Bunlar önceden kabilelerinin en büyük
adamları sayılıyordu. Yazdıkları şiirlerle insanların fikirlerine hakim
bulunurlardı. Bunlar cahiliyet duygusu ile müslümanların aleyhine şiirler
söylerler, putperestliği överlerdi. "Übeyyetü'bnü Ebi Salt"
bunlardandı.

Bu gayrimüslim şairlere karşı, müslümanların da pek seçkin
şairleri vardı. Bunlar İslâm dinini savunurlar, gayrimüslim şairlere cevab
verirlerdi. Ensar'dan "Hassan ibni Sabit, Kâ'b İbni Malik, Abdullah ibni Revahe"
gibi...
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:28 am

Müslümanların İlk Sancaktarı Ve İlk Seriyyesi
Mekke'de bulunan gayrimüslimler, müslümanları bu mübarek
yurdlarından çıkarmışlar, mallarını ellerinden almışlar, canlarına da düşman
kesilmişlerdi. Yüce Allah buna karşılık cihada izin vererek bunların mallarını,
canlarını ve yurdlarını müslümanlara helâl kılmıştır.

Bunun için hicretin
ikinci yılında, Mekkelilerin ticaret için Şam'a gönderdikleri bir ticaret
kervanına taaruz edilmesine karar verildi. Böyle yapılmakla, düşmanların
müslümanlar aleyhindeki tecavüz hareketleri son bulacak, kuvvet ve cesaretleri
de kırılacaktı.

Peygamber Efendimiz altmış süvari ile bu kafileyi
izlemeye çıktı. "Benî Damre" kabilesinin yurduna kadar vardı. Fakat kafileye
raslanamadı. Beni Damre kabilesi ile karşılıklı yardımlaşma esası üzerine bir
sözleşme yapıldı ve Medine'ye dönüldü.

Bu sefer esnasında Peygamber
Efendimizin amcası Hazret-i Hamza sancaktar tayin edilmiştir. Kendisine beyaz
bir sancak verilmişti. İşte müslümanların ilk sancaktarı Hazret-i Hamza'dır. İlk
sancağı da bu sancaktır.

Yine hicretin ikinci yılı idi. Ebu Cehil'in
idaresi altında Şam'dan Mekke'ye bir Kureyş kervanı dönmüş bulunuyordu. Bunu
vurmak üzere Hazret-i Hamza'nın kumandası altında otuz kişilik bir kuvvet
hazırlandı. Bu kuvvet, üç yüz kişiden ibaret olan Kureyş kabilesine ansızın
rastgeldi. Aralarında savaş çıkacağı sırada, iki tarafla da barışık bulunan
"Cüheyne" kabilesinden Amr oğlu Mecdi ortaya çıktı; yatıştırıcı sözlerle
bunların arasını buldu ve anlaştırdı. İslâm birliği bir ganimet sağlayamadı.
Fakat kendisinden sayıca on kat fazla olan bir düşmanı korkutup anlaşmaya mecbur
etti. Bu bakımdan maneviyat yönünden büyük bir başarı kazanmış
oldular.

İşte ilk İslâm seriyyesi de bu otuz kişilik kuvvettir.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:29 am

Birinci Ve İkinci Bedir Savaşları
Kureyş kabilesinden bir seriyye (çete), Medine ve civarına
kadar sokulup müslümanların hayvanlarını vurmuşlardı. Peygamber Efendimiz bunu
öğrenince, Hazret-i Ali'yi sancaktar tayin ederek Muhacirlerden bir birlik ile
bu çeteyi izlemeye çıktı. Bedir denilen yere kadar gittiler. Fakat çete savuşup
gittiğinden, geri döndüler. İşte buna Birinci Bedir Savaşı
denmiştir.

İkinci Bedir savaşına gelince, bu da hicretin yine ikinci yılı
Ramazan ayında olmuştur. Buna "Bedr-i Kübra" da denilir. Şöyle
ki:

Peygamber Efendimiz, Mekkelilere ait olup Şam'dan geri dönmüş bulunan
bir ticaret kafilesini elde etmek için üç yüz beş kişi ile Medine'den "Revha"
denilen yere çıkmıştı. Bu askerlerin altmış dördü muhacirlerdendi. Geri kalanı
da Ensar'dandı.

Müslümanların ilk ordusunu bunlar teşkil ediyordu.
Ticaret kafilesi bunu öğrenince, başka bir yola saparak Mekkelilere haber
göndermişlerdi. Mekkeliler dokuz yüz elli kişilik bir ordu ile kafileyi
kurtarmaya koştular. Kafilenin Bedir'den savuşup kurtulduğunu öğrendikleri
halde, sadece Ebu Cehil'in ısrarı üzerine geri dönmediler. Bedir'e kadar
geldiler. Müslümanlarla savaşmak istiyorlardı.

Peygamber Efendimiz,
düşmanın bu hareketini öğrendi. Ashabı ile müşavere (danışma) yaptı. Kafileyi mi
izleyelim, Kureyş ordusuna karşı mı çıkalım? Yüce Allah bunlardan birini bana
va'd etmiştir, buyurdu. Ashabdan bazıları, biz böyle bir kuvvetle savaşacağımızı
bilmiyorduk, yoksa daha hazırlıklı olurduk, diyerek kafileyi izlemek istediler.
Fakat Hazret-i Peygamberin savaş etmeye meyilli olduğunu anlayınca: "Ya
Resûlallah! Biz sana bağlıyız; sen ne tarafa yürürsen, biz de seninle beraberiz.
Denizlere atılacak olsan, biz de beraber atılırız," şeklindeki sözleri ile
dinlerindeki sağlamlığı ve Hazret-i Peygambere olan bağlılıklarını isbat
ettiler.

Böylece İslâm ordusu Bedir'e doğru yürüdü. Peygamber Efendimiz
mübarek elleri ile: "Burası Kureyş'ten falanın, şurası da falanın ve falanın
öldürüleceği yerdir," diyerek işaret etti. Sonra hep öyle oldu.

Düşman
ordusu önceden Bedir suyunu tutmuş olduğundan İslâm ordusu susuz kalmıştı. Yüce
Allah o gece müslümanlara tatlı bir uyku verdi. Karşılarında düşman yokmuş gibi,
korkusuzca uyuyup yorgunluklarını giderdiler. Ertesi gün de yağmurlar yağdı,
dereler aktı. Müslümanlar su sıkıntısından kurtuldular. Bulundukları yer savaşa
elverişli bir hale geldi. Nihayet savaş başladı. Düşman tarafından atılan bir ok
ile Hazret-i Ömer'in azadlısı olan "Mihca" şehid düştü. Peygamber Efendimiz,
"Mihca şehidlerin seyyididir," buyurmuştur. Müslümanlardan savaş meydanında ilk
şehid budur. Allah ondan ve diğerlerinden razı olsun...

Peygamber
Efendimiz:"Allah'ım! Müslümanlara zafer ver. Eğer bugün bu İslâm topluluğunu
helak edersen, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse bulunmayacaktır," anlamında
dua etti ve yerden bir avuç ufacık taşlar alarak,' Yüzleri kara olsun" deyip
düşmanların üzerine saçtı. Bu taşlardan her biri bir mucize olarak müşriklerden
birinin gözüne veya kulağına isabet etti. Sonunda düşman ordusu fena bir halde
bozuldu. Hain Ebu Cehil iki müslüman genç tarafından öldürüldü. Düşmandan yetmiş
kişi öldürülmüş, yetmiş kişi kadar da esir alınmıştı. Müslümanlar ise, on dört
şehid vermişlerdi.

Düşmandan alınan esirlerin bir kısmı para
karşılığında, bir kısmı da parasız azad edilmişti. Bazıları da, Ensar'dan on
çocuğa yazı öğretmek şartı ile azad edilmişti. Esirleri öldürmeye Peygamber
Efendimiz razı olmamıştı.

Bedir savaşının İslâm tarihinde önemi pek
büyüktür. Bu savaşa birçok melekler katılmış, müslümanların kuvvetini
artırmışlardı.

Bedir savaşında düşman ordusu, İslâm kuvvetinin üç
mislinden fazla idi. Fakat yine de İslâm ordusuna yenildiler. Çünkü düşmanların
arasında kavmiyet (ırkçılık) duygusundan, cahilce bir gururdan başka bir bağ
yoktu. Müslümanlar ise dine ve insanlığa hizmet etmek arzusunda idiler.
Aralarında din bağlılığı vardı. Manevî kuvvetleri çok yüksek idi. Şehidlik
rütbesinin çok yüksek olduğuna inanmışlardı. Baş kumandanları olan Hazret-i
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin her emrine itaat
ediyorlardı. Din uğrunda can vermeyi mutluluk biliyorlardı. İşte bu duygularla
parlak bir zafere ulaştılar. Müslümanlar kuvvet buldu. Birçok kimseler gelip
İslâmı kabul etti.

Bedir savaşında bulunan ashab-ı kiram ile özürlerinden
dolayı bulunamayan sekiz kişiye "Ashab-ı Bedir" denir ki, bunların hepsi üç yüz
on üç sahabidir. Seçkin ashab arasında bunların dereceleri pek yüksektir. Yüce
Allah onların hepsinden razı olsun.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:29 am

Beni Kaynuka Ve Uhud Savaşları
Peygamber Efendimiz, Medine'nin "Aliye" denilen bölgesinde
oturmakta olan Beni Kaynuka Yahudileri ile sözleşme yapmıştı. Sonra bir
müslümanı haksız yere öldürerek verdikleri sözü bozdular. İslâmiyetin
ilerlemesinden telâşa düşmüşlerdi. Müslümanlar arasında gizlice bozgunculuk
yapıyorlardı.

Peygamber Efendimiz onların reislerini çağırarak ona şöyle
dedi: "Ey Kaynuka Oğulları! Benim gerçek bir peygamber olduğumu biliyorsunuz.
Bana iman ediniz ki, Kureyş'in (Bedir'de) uğradığı felâkete uğramıyasınız."
Onlar da şu cevabı vermişlerdi: "Sen bizi Kureyş gibi savaş bilmez mi
sanıyorsun? Biz savaşa hazırız."

Bunun üzerine İslâm ordusu, hicretin
ikinci yılında onların çok sağlam olan kalelerini on beş gün kuşattı. Teslime
mecbur oldular ve aldıkları izin üzerine yedi yüz kişi oldukları halde Şam
tarafına çıkıp gittiler. Kendilerinden alınan ganimet mallarının beşte biri ilk
olarak Devlet Hazinesine yatırıldı. Geri kalanı da gaziler arasında
bölüşüldü.

Uhud Savaşına gelince: Bu savaş hicretin üçüncü yılında
olmuştur. Şöyle ki: Mekke'de bulunan gayrimüslimler toplanmışlar. Üç bin kişiden
ibaret bir oldu ile Medine'ye yakın Uhud dağının civarına kadar gelmiş ve
yerleşmişler. Bedir savaşının acısını çıkarmak istemişlerdi. Yanlarında on beş
kadın da vardı.

Peygamber Efendimiz bu sırada bir rüya görmüştü. Bu
rüyasında bir sığırın boğazlandığını, Zülfikar adındaki kılıcının ucu kırılıp
bir gedik açıldığını ve arkasına sağlam bir zırh giyip elini o zırhın yakasına
soktuğunu gördü. Bu rüyayı tabir ederek: "Boğazlanan sığır, ashabdan bazılarının
şehid olacağına, kılıcımdaki gedik de Ehl-i Beytimden birinin şehid olacağına,
sağlam zırh da Medine'ye işarettir." buyurdu. "Bunun için Medine'den çıkmayalım.
Düşman saldırırsa, savunma yapalım," diye öğütledi.

Medine'nin her tarafı
bina ve duvarlarla çevrilmiş bir kale halinde bulunduğundan bu şekilde hareket
pek uygun olacaktı. Fakat Bedir savaşında bulunmamış gençler, bu defa düşmanla
çarpışarak cihad şerefine kavuşmak istediler. Yüce Allah'ın aslanı olan Hazret-i
Hamza'nın da Medine'de kapanıp kalmaya gönlü yatmıyordu. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz Medine dışına çıkmaya karar verdi ve üstüste iki zırh giydi. Kılıcını
kuşandı.

Hazret-i Peygamberin tavsiyesine aykırı olarak fikir yürütenler
pişman olup: "Ya Resûlallah! Biz senin emrine bağlıyız, nasıl uygun görürseniz
öyle yapalım," dediler. Fakat Hazreti Peygamber:

"Silâhını kuşandıktan
sonra savaş yapmadan geri dönmek, bir peygambere yakışmaz," buyurdu ve bin
kişiden ibaret bir kuvvetle şehir dışına çıktı.

Münafıkların başı olan
Ubeyy İbni Selül'ün oğlu Abdullah: "Resûlüllah gençlerin sözüne uydu da şehir
dışına çıktı," diyerek başlarında bulunduğu üçyüz münafıkla geri döndü. İslâm
ordusundaki kuvvetin sayısı yedi yüze indi.

Nihayet iki ordu
karşılamıştı. Peygamber Efendimiz, ashabdan Cübeyr oğlu Abdullah'ı elli ok atıcı
ile bir derenin ağzında görevlendirdi. Onlara şu talimatı verdi: "Buradan
düşmanın saldırısı beklenir. Sakın benden emir almadıkça ayrılmayınız." Savaş
sonunda düşman fena bir şekilde bozularak kaçmaya yüz tutmuştu. Abdullah'ın
kumandası altındaki erler, düşmanın tamamen bozulmuş olduğunu sanarak arkalarına
düşmek ve ganimet malı almak istediler. Komutanlarının emrini dinlemeyerek
dağıldılar. Düşman bunu görünce, o dereden İslâm ordusunun sol yanına saldırdı.
İslâm ordusunda ansızın bir yenilgi baş gösterdi. Bu esnada Hazret-i Hamza ile
daha birçok sahabi şehid olmuştu.

Peygamber Efendimiz savaş meydanında
yalnız kalmıştı. Yanlarında birkaç kişi bulunuyordu Mübarek dudağı yarılmış, bir
dişi kırılmış, zırhının iki halkası kırılmış ve güllerden daha nazik olan
vücuduna saplanmıştı. Bir ara Peygamberimizin şehid düştüğüne dair bir haber
yayılmıştı. Bu esnada Hazret-i Ali, Peygamberimize saldıran düşman kuvvetlerini
geri püskürtüyordu. Sa'd ibni Ebi Vakkas da düşmana ok atıp duruyordu. Ummü
Ümare denilen "Nesibe" adındaki muhterem kadın da vücudu kanlar içinde kaldığı
halde savaşa devam ediyordu. Hazret-i Peygamberi düşmanlardan
koruyordu.

Peygamber Efendimizin şehid edildiğine dair yayılan haberden
dolayı, müslümanlar büsbütün perişan olmuş, her biri kendi başının çaresine
düşmüş, merkezlerini kaybetmiş yıldızlar gibi hareketlerini şaşırarak
dağılmışlardı. Oysa ki, Peygamber Efendimiz savaş meydanında Yüce Allah'ın
koruması ile ayak diretiyordu. Bu durumu ilk önce ashabdan Kâ'b ibni Malik
görmüştü. "İşte Resûlullah! Hamd olsun sağ ve selâmette!" diye seslenmişti.
Bunun üzerine müslümanlar tekrar toplanmaya başladılar. Düşmanın saldırısını
kırdılar.

Düşman daha fazla savaşmaya cesaret edemeyip geri döndü. Yirmi
iki kadar ölü vermişlerdi. Müslümanların şehidleri ise, yetmiş iki kadardı. Bu
mübarek şehidler, birer, ikişer ve üçer olarak gömüldü. Yüce Allah hepsinden
razı olsun.

Müslümanlar Uhud savaşında yenilgiye uğrayarak üzgün bir
şekilde Medine'ye dönmüşlerdi. Fakat bu savaş onlar için bir uyarı olmuştu.
Çünkü içlerinden bir kısmı, Hazret-i Peygamberin arzusuna aykırı olarak şehirden
dışarı çıkmak istemişti. Bir kısmıda korumakla görevlendirildikleri yeri bırakıp
ganimet peşine düşmüştü. Böylece savaşın sonunda, Hazret-i Peygambere uymamanın
ve verilen görevi yerine getirmemenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu
gösterdi. Gelecekte müslümanlar için bir ibret levhası ve bir uyanma dersi oldu.
Bir de savaş sonunda gerçek müslümanlar seçilmiş oldu, münafık olanlar
anlaşıldı. Dost düşman belirlendi.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:30 am

Beni Nadir, Hendek Ve Beni Kurayza Savaşları
Benî Nadir Yahudileri, Medine'ye iki saat uzakta olan
"Zühre" köyünde otururlardı. Müslümanların aleyhinde çalışmamak üzere verdikleri
sözü bozmaya başladılar. Uhud savaşında da, fikirlerini büsbütün bozdular.
Yayılan uyarmaları dinlemediler. Hicretin dördüncü yılı Rebiülevvel ayında,
Hazret-i Peygamber tarafından kaleleri on beş gün kuşatıldı. Aldıkları izin
üzerine, bir kısmı Hayber'e, bir kısmı da Şam ve Filistine
gittiler.

Hendek savaşına gelince, bu da hicretin beşinci yılında
olmuştur. Şöyle ki: Yahudilerin teşvikiyle, Kureyş topluluğu diğer birtakım
kabileleri birlikleri içine alarak on bin kişiden fazla bir ordu ile Medine'ye
doğru yürüdüler.

Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)
Efendimiz, ashab-ı kiramla istişarede bulundu. Selman-ı Farisî'nin tavsiyesi
üzerine Medine şehrinin düşman gelecek yönüne hendek kazdılar ve savunma
durumuna geçtiler. Hendek kazma işinde Peygamberimiz de arkadaşları ile
çalışıyordu. O sırada büyük bir kaya çıkmış, çalışmaya engel olmuştu. Durumu
Peygamber Efendimize bildirdiler. Hazret-i Peygamber mübarek eline aldığı bir
balyozu, "Bismillah" diyerek kayaya indirdi. Kayanın üçte birini kopardı.
Kayadan bir kıvılcım çıkıp Yemen tarafına sıçradı. Peygamber Efendimiz: "Allahu
Ekber, bana Yemen'in anahtarları verildi. Şu anda San'anın kapılarını
görüyorum," dedi. Sonra "Bismillah" diyerek bir daha vurdu. Kayanın bir parçası
daha koptu. Bu defa da çıkan kıvılcım, Şam tarafına sıçradı. Hazret-i Peygamber:
"Allahü Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi. Şam'ın kırmızı köşklerini
görüyorum." dedi. Bir daha vurunca, kaya büsbütün parçalandı. Bu defa da çıkan
kıvılcım İran tarafına sıçradı. Peygamber Efendimiz: "Allahü Ekber, bana Fars
bölgesinin anahtarları verildi. Medayin'de Kisra'nın beyaz köşklerini
görüyorum," dedi. Sonra Selma-ı Farisî Hazretlerine şöyle buyurdu: "Ey Selman!
Bu fetihler benden sonra ümmetime nasib olacaktır." Doğrusu bu müjdeyi verdiği
gibi oldu.

Diğer taraftan münafıklar da: "Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem) bize, Kayser'in ve Kisra'nın hazinelerini va'd ediyor. Biz ise,
Medine'nin dışına çıkamayıp hendek kazmakla uğraşıyoruz," diye
mırıldanıyorlardı.

İki hafta içinde Hendek işleri bitmişti. Düşman da
görünmeye başladı. Fakat önlerine çıkan hendeği görünce şaşırdılar. O zamana
kadar Arabistan'da böyle bir savaş usulü görülmemişti. Hendeği geçmek
isteyenler, beri taraftan ok ve taşlarla engelleniyorlardı. Hendeği atlayarak
beri tarafa geçen ve bir bölük süvariye denk tutulan Amr İbni Abdi Vud adında
bir düşman eri, müslümanlara meydan okumaya başladı. Benimle çarpışacak er
varsa, karşıma çıksın, dedi. Karşısına çıkan Hazret-i Ali (kerremellahu vechehu)
tarafından çatışma sonunda öldürüldü.

Kuşatma on beş gün kadar uzadı.
Mevsim soğuktu. Düşmana usanç gelmeye başlamıştı. Bir gece çıkan şiddetli bir
fırtına ile çadırları alt-üst oldu. Artık ertesi gün dağılıp gittiler.
Bıraktıkları yiyecekleri ve develeri müslümanlar elde ederek kıtlık
sıkıntısından kurtuldular. Bu Hendek savaşında müslümanlar beş şehid
vermişlerdi. Düşmanın da dört eri ölmüştü.

Hendek savaşında, Necd
diyarında bulunan Gatfan ve Beni Eslem gibi birçok kabileler düşmanla birlikte
olmuşlardı. Bunun için bu savaşa "Ahzâb Savaşı" da denilmişti. Bundan sonra
meydan artık müslümanlara kalmıştı.

Benî Kurayza savaşına gelince: Bu da
Yahudilerin hiyanetinden ileri gelmişti. Şöyle ki: Medine'ye yakın bir köyde
oturan "Benî Kurayza" Yahudileri, Hendek savaşında düşmanlarla birleşmiş,
önceden Hazret-i Peygamberle yapmış oldukları sözleşmeyi bozmuşlardı.
Müslümanları zor bir duruma sokmuşlardı. Hazret-i Peygamber henüz Hendek
savaşından dönerek mü'minler silâhlarını bırakmıştı ki, Cibrîl-Emîn geldi. Benî
Kurayza üzerine yürümesi için Yüce Allah'dan emir getirdi. Peygamber Efendimiz
tekrar silâh kuşandı. Üç bin kişilik bir ordu ile Benî Kurayza kalesini on beş
gün kuşattı. Kalede bulunanlar, Ashabdan Sa'd İbnî Muaz (radıyallahu anh)
Hazretlerinin vereceği hükme razı olacaklarını bildirdiler. O da hüküm verdi:
Eli silâh tutan erkekler öldürüldü. Toprakları Ensar'ın rızası üzere muhacirlere
verildi. Artık Benî Kurayza'nın haince olan sözleşmeyi bozma olayı da böyle
uygun bir ceza ile son buldu. Tarihin ibretli sayfalarına karıştı.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:31 am

Hudeybiye Antlaşması Ve Hayber Savaşı
Hicretin altıncı yılı idi. Peygamber Efendimiz Beytullah'ı
ziyaret için Zilkade ayının başında bin beş yüz kadar ashabla Medine'den çıktı,
Mekke'ye yöneldi. Maksadları savaş olmadığı için, müslümanlar yanlarına mükemmel
savaş aletleri almayıp yalnız birer kılıç kuşanmışlardı.

Mekke
müşrikleri, Hazret-i Peygamberin Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktığını haber
alınca, bir ordu halinde Mekke'den çıkmış ve engel olmaya karar vermişlerdi.
Hazret-i Peygamber onlara Hazret-i Osman'ı gönderdi. Maksadlarının savaş değil
bir Umre ziyareti olduğunu bildirdi. Fakat onlar yine razı
olmadılar.

Mes'ud Sakafî'nin oğlu Urve, yolda Peygamber Efendimize rast
gelerek müslümanların davranışlarına dikkat etmişti. Müslümanların Hazret-i
Peygamber etrafında pervane gibi dolaştıklarını, bütün emirlerini hemen yerine
getirdiklerini, huzurlarında son derece edeble hareket ederek yavaşça
konuştuklarını, peygamber abdest alırken serpilen damlaları alıp yüzlerine ve
gözlerine sürdüklerini görmüştü.

Urve Mekkelilerin yanına gidince; "Ey
cemaat! Ben Kayserin, Kisra ile Necaşî'nin divanlarında bulundum. Birçok
hükümdarlarla görüştüm. Vallahi ben, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
hakkında arkadaşlarının yaptığı hürmet ve itaatin bir benzerini görmedim. Bunlar
öyle kolay kolay dağılacak bir toplum değil!" diyerek kendilerini uzlaşmaya
götürmek istedi. Mekkeliler, Arabların en güzel söz söyleyeni olan Amr oğlu
"Süheyl"i Peygamberin huzuruna gönderdiler. Sonunda on sene müddetle sulh karar
verildi. Buna "Hudeybiye Musalahası (Barış Andlaşması)" denir.

Hudeybiye
Barış Andlaşması sırasında, Hazret-i Osman'ın Mekke'de şehid edildiğine dair bir
heber yayıldı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz bir ağacın altına oturdu. Bütün
müslümanlar toplandı. Ölünceye kadar direnip savaştan kaçmayacaklarına dair
Peygambere söz verdiler. Buna "Bey'atü'l-Rıdvan" denilmiştir. Çünkü böyle söz
verip, bey'at eden müslümanlardan Yüce Allah razı olduğunu Kur'ân-ı Kerîm'de
bildirmiştir.

Fakat Hazret-i Osman hakkındaki bu haberin doğru olmadığı
anlaşıldı. Düşmanlar, müslümanların bu kararını duyunca korktular. Hazret-i
Osman'ı serbest bıraktılar. Sulh andlaşması imzalandı. Hazret-i Peygamber ile
ashab-ı kiram kurbanlarını keserek Medine'ye döndüler.

Hudeybiye
Musalahasının (Barış Andlaşmasının) başlıca şartları şunlardır:

1)
Müslümanlarla karşı taraf arasında on sene savaş olmayacak iki tarafın hiç biri
diğerinin malına ve canına el atmayacak. 2) Müslümanlar bu yıl
Beytullah'ı ziyaret etmeksizin geri dönecekler. Gelecek yıl üç günden fazla
olmamak üzere Mekke'ye gelip Beytullah'ı ziyaret edecekler. Bu üç gün içinde
Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar. 3) Müslümanlardan Kureyş'e sığınacak
olursa, geri döndürülmeyecek, fakat onlardan müslümanlara sığınanlar geri
döndürülecek 4) Müslümanlardan Hac, Umre ve ticaret için Mekke'ye
gideceklerin canları ve malları güven altında olacak. Kureyş tarafından Mısır'a
ve Şam'a gidenlerle ticarette bulunmak üzere Medine'ye gelenlerin de canları ve
malları güven altında bulunacak. 5) Kureyş'den başka diğer kabileler
isterlerse müslümanların, isterlerse Kureyş'in koruması altına girebilecek. Bu
anlaşma üzerine, Huza'a kabilesi müslümanların ve Beni Bekr kabilesi de
Kureyş'in koruması altına girdiler.

Hudeybiye Andlaşmasının önemi İslâm
tarihinde pek büyüktür. Bunun çok yararları görülmüştür. Bu, büyük bir başarı
demekti. Fakat önceden bunu bilen sadece Peygamber Efendimiz olmuştur.

Bu
yararların bir kısmı şunlardır:

1) Ashab-ı kiram savaş için
hazırlanmışlardı, silâhları noksandı. Düşman ise son derece hazırlıklı idi. Bu
durumda âdete göre savaş yapılması uygun değildi. Bu andlaşma ile böyle bir
savaş önlenmiş oldu. 2) Müslümanlar çok iyi bir şekilde eğitilmiş
oldukları için, belki de düşmanlarına üstün geleceklerdi; fakat kesin bir gerek
olmadığı halde savaş ile Mekke'ye girmek, Kabe'ye saygısızlık olacaktı. Bununla
beraber Mekke'de kalıp da İslâm olduklarını saklayan bazı müslümanlar da
çiğnenmiş olabilirdi. Bu anlaşma böyle işlere engel olmuştu. 3)
Mekkeliler, Medine'de kurulan İslâm hükümetini o zamana kadar tanımıyorlardı. Bu
andlaşma ile müslümanlar kendi devletlerini onlara tanıtmış oldular. 4)
Müslümanlar bu andlaşma sebebiyle Kureyş'in saldırısından emin olarak başka
düşmanları ile uğraşmaya zaman kazandılar. Başka yerlerde fetihlerde bulundular.
5) Bu andlaşma ile birçok kabile müslümanlarla serbestçe görüşerek
İslâmın yüksekliğini anlamış oldular. İslâmiyeti kabul edenlerin sayısı birden
bire çoğaldı. Sonuç bakımından Hudeybiye Andlaşması açık bir
zaferdi.

Hayber Savaşına gelince: Bu da hicretin yedinci yılında
olmuştur. Şöyle ki: Hayber, Medine'nin Şam yönünde dört günlük uzaklıkta bulunan
bir şehirdi. Çevresinde birçok kaleler, hurmalıklar ve tarlalar vardı. Bu ülkede
Yahudi'ler oturuyordu. Birçok İslâm düşmanları da bunlara katılıyordu. Bunlar
müslümanlar için bir tehlike oluyordu.

Hicretin yedinci yılı muharrem
ayında Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri dört yüz
piyade ve iki yüz süvari ile burasını kuşattı.

İslâm ordusunun Hayber'e
ulaşması geceye rastlamıştı. Fakat bir kavmi ansızın habersiz bir şekilde basmak
Peygamberimizin âdetleri değildi. Sabaha kadar beklenildi. Sabahleyin kuşatma
başladı. Hayber kaleleri çok sağlamdı. İslâm sancağı her gün ashabdan büyük bir
zata teslim ediliyordu. Fakat kesin sonuç alınamıyordu. Sonra bir gece Hazret-i
Peygamber şöyle buyurdu: "Yarın İslâm sancağını öyle bir kimseye teslim edeceğim
ki, o devamlı olarak düşmana saldırır, asla geri çekilmez. O, Allah'ı ve onun
Peygamberini sever; Allah ve onun peygamberi de, onu sever. Allah onun elleri
ile fetih (zafer) verecektir."

Ertesi gün Hazret-i Ali Medine'den gelip
orduya yetişti. Göz ağrısından rahatsız olduğu için geri kalmıştı. Peygamber
Efendimiz İslâm sancağını Hazret-i Ali'ye verdi. O da, hemen Kamus kalesi
üzerine yürüyüp önünde sancağı dikti. Birçok Yahudi ile mübaredezede (açık
çarpışmada) bulundu ve hepsini öldürdü. Sonunda Kamus kalesini ele geçirdi.
Diğer kaleler de birer birer ele geçirildi.

Hayber arazisi Devlet
Hazinesine bırakıldı. Halkı da , bu araziyi ekip gelirinin yarısını Hazineye
vermek üzere yerlerinde bırakıldı.

O tarihe kadar İslâm ordusunda, yalnız
Reislere ait olmak üzere bir sancak bulunurdu. Hayber savaşında ise, askerlere
de bayraklar verilmişti.

Hayber savaşında müslümanlar on beş şehid
vermişti. Düşmanın kaybı da doksan üç kişi idi.

Hayber savaşından sonra,
Haris kızı Zeyneb ismindeki bir Yahudi kadın, peygamberimize hediye diye
kızartılmış bir koyun ikram etti. Peygamber Efendimiz bundan bir lokma alır
almaz: "Bu zehirlidir, sakın yemeyiniz!" buyurdu. Sonra mübarek omuzları
arasından kan aldırdı. Bu kadını da kendisi için cezalandırmayıp bağışladı.
Fakat Bera oğlu Bişr adındaki sahabi, yediği zehirli lokma yüzünden hemen öldü.
Zeyheb de suçunu itiraf ettiğinde, Bişr'in varislerinin isteği üzerine Zeyneb
kısas cezası ile öldürüldü. İşlediği cinayetin cezasını çekti.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:31 am

Hazret-i Peygamberin Hükümdarları İslâm Dinine Davet Etmesi
Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)
Efendimiz, bütün milletlere peygamber gönderilmiş olduğundan İslâm dinine davet
için Hicretin yedinci yılı muharrem ayında birer davet mektubu yazdırıp onları
mühürledikten sonra, birer elçi ile çevresindeki hükümdarlara göndermişti. Bu
mektubları, Necaşi denilen Habeş Hükümdarı "Ashane"ye, Mısır Hükümdarı
"Muhavkıs"e, Doğu Roma İmparatoru "Hirakl"e, Şam Meliki olup Hirakl'in bir
valisi hükmünde olan "Haris"e, Yemame Meliki Hıristiyan Ali oğlu "Hevze"ye, İran
hükümdarı "Hüsrev Perviz"e ve başkalarına hitab edilerek
yazılmıştı.

Necaşi, Hazret-i Peygamberin mektubunu alır almaz öpüp yüzüne
gözüne sürmüş ve Habeştan'a hicret etmiş bulunan Hazret-i Cafer'in huzurunda
İslâmiyeti kabul etmişti.

Mısır Hükümdarı da Hazret-i Peygamberin
elçisine hürmet etmiş ve peygamberimize dört cariye ile Düldül adındaki meşhur
katırı hediye olarak göndermişti. Bu cariyelerden biri "Mariye" (radıyallahu
anha)'dır ki, Peygamber Efendimizin İbrahim adındaki oğlu bundan doğmuştur. Rum
Kayseri de birçok hediyeler göndermiş; fakat kavminden çekindiği ve saltanatına
düşkün olduğu için müslüman olmamıştı. Haris ise, Peygamberin mektubunu yere
atmış olduğundan peygamberin duası ile az sonra kahrolup cehenneme
gitmiştir.

Yemame Meliki de; "Hazret-i Peygamber beni kendisine Başvezir
yaparsa müslüman olurum, değilse kendisi ile savaşırım," diye terbiyesizce
hareket ettiğinden az sonra helak olmuştur.

Acem Hükümdarı da, mektubu
alır almaz parçalanmış olduğundan Peygamber Efendimiz şöyle dua etmişti:
"Allah'ım! O benim mektubumu nasıl parçaladıysa sen de onun mülkünü öyle
parçala!..."

Az sonra İran Devleti parçalandı, büsbütün sönüp İran ülkesi
müslümanların eline geçti.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:32 am

Umretül-kaza Ve Mute Savaşı
Peygamber Efendimiz Hicretin yedinci yılı Zilkade ayında
Umre için (Kâbeyi tavaf ve sa'y için) Medine'den iki bin ashabı ile çıktı.
Ashabın ileri gelenlerinden meşhur şair Abdullah İbni Revahe de önde yürüyerek
güzel şiirler okuyordu. Peygamber Efendimiz Hudeybiye Andlaşmasına dayanarak
Mekke'de yalnız üç gün kaldı. Sonra Medine'ye döndü.

Bu Umre, Hicretin
altıncı yılında yapılması istenilen ve fakat Hudeybiye olayı sebebiyle yerine
getirilemeyen Umre'ye bedel olduğundan buna "Umretü'l-Kaza (Kaza umresi)"
denilmiştir.

Mu'te savaşına gelince: Bu da Hicretin sekinci yılında
olmuştur. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz Busra valisine, Haris İbni Umeyr ile bir
mektub göndermişti. Haris, Şam diyarında "Mu'te" denilen yere varınca, elçi
olduğu bilindiği halde, Rum Kayser'inin kumandanlarından "Şürahbil" tarafından
şehid edildi. Bundan dolayı Şürahbil üzerine üç bin kişilik bir ordu gönderildi.
"Vadi'l-Kıra" da düşmanla savaş yapıldı. İlk saldırıda düşman bozuldu. İslâm
ordusu Maan'a vardı. Kayser'in yüz bin askerden ziyade bir ordu çıkardığı
duyuldu. Fakat İslam ordusu geri dönmeyip Mu'te'ye kadar yürüdü. Burada şiddetli
bir savaş oldu.

Mu'te savaşında İslâm sancağını tutan Zeyd İbni Harise,
sonra Cafer İbni Ebû Talib ve daha sonra Abdullah İbni Revahe Hazretleri şehid
düştüler. Sonunda Allah'ın kılıcı (Seyfullah) ünvanını taşıyan meşhur Halid İbni
Velid, İslâm askerlerini başına topladı. O gün başarı ile savaştı. Ertesi gün
yine aslanca savaşa başladı. Ordunun iki kanadına yer değiştirdi.


Müslümanlara yardımcı kuvvet gelmiş zannı ile düşmanın gözü yıldı.
Sonunda düşman ordusu bozulup geri çekildi. Hazret-i Halid de bundan
faydalanarak İslâm ordusu ile Medine'ye döndü.

Müslümanların Romalılarla
yaptıkları ilk savaş bu Mu'te savaşıdır. Bu savaşta üç bin müslüman, yüz bin
Rum'a galib gelmişti. Bu olay, müslümanların ne yüksek manevî bir kuvvete sahib
olduklarını isbata yeterlidir.

Bu savaş Mu'te'de devam ederken, Peygamber
Efendimiz savaş alanında neler olduğunu, gözleri önünde imiş gibi görüyordu.
İslâm sancaktarlarının şehid düştüklerini, gözleri yaşlı olarak yanında bulunan
ashaba haber veriyordu. Hazret-i Cafer'e kesilen iki koluna karşılık, Allah
tarafından iki kanat verildiğini de müjdeliyordu. Bundan dolayı bu muhterem
şehide Cafer-i Tayyar (Uçan Cafer) denilmiştir. Yüce Allah bütün ashab-ı
kiramdan razı olsun, âmin...
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:33 am


Mekke'nin Fethi
Hicretin sekizinci yılında Beni Bekr kabilesi,
müslümanların koruması altında bulunan Huzaa kabilesi üzerine ansızın
saldırırdı. Kureyş Reislerinden bazıları da Beni Bekr kabilesine yardımda
bulunmuştu. Bu arada Huzaa kabilesinden yirmi üç kişi öldürülmüştü. Böylece
Mekkeliler Hudeybiye Andlaşmasını bozmuşlardı. Huzaa kabilesinden bir cemaat
Medine'ye gelerek uğradıkları felâketi anlattı ve yardım istediler Peygamber
Efendimiz Ramazan ayının onuncu gününden sonra, on bin kişilik bir ordu ile
Medine'den yola çıktı. Yolda "Beni Süleym" kabilesi de bu orduya katıldı.
Mekke'ye doğru yürüdüler.

Peygamber Efendimizin muhterem amcası Abbas
(radıyallahu anh) evvelce müslüman olmuştu; fakat Mekke'de oturduğu için
müslümanlığını gizlemişti. Bu defa İslâm olduğunu açığa vurarak Medine'ye doğru
gelmekte iken İslâm ordusuna rastgeldi. Bu kutsal ordu ile tekrar Mekke'ye
döndü. Peygamber Efendimiz buna çok sevindi ve ona şöyle hitab etti: "Ey Abbas!
Sen muhacirlerin sonuncusu oldun."

Peygamber Efendimiz: "Kureyş
tarafından bize saldırı olmadıkça savaşmayınız." diye emretmişti. İslâm ordusu
savaşmaksızın Mekke'ye girdi. Tekbir sesleri dağları, taşları titretiyordu.
Yalnız Hazret-i Halid İbni Velid'in kumandası altındaki birlik, "Handame"
denilen yerde düşmanın saldırısına uğradığından savaşmaya mecbur olmuş ve bir
saldırıda düşmanı dağıtıp Mekke'ye girmişti.

Peygamber Efendimiz Mekke'ye
girmeden önce İslâm ordusunu gözden geçirmişti. Bir an Mekke'den yalnızca hicret
ettikleri zamanı hatırladı. Bir de bu büyük başarıyı düşündü. Hemen Yüce
Allah'ın büyük ihsanına karşı devesinin boynu üzerinde secdeye kapandı. Ne
yüksek bir kulluk ifadesi, ne büyük bir şükür belirtisi!..

Cuma günü idi.
İnsanlar Harem-i Şerif'de toplanmıştı. Önceden Hazret-i Peygambere verdikleri
eziyetleri hatırlayarak kendilerinden bugün nasıl bir intikam alınacağını
düşünüyorlardı. Oysa ki, O yüce Peygamber hepsini bağışlamıştı. Hepsine merhamet
ve şefkat gösterdi. "Hepiniz haydi gidiniz, hürsünüz," diye onlara
dokunmadı.

Kabe'yi temizletti. Ötede beride bulunan putları da kırdırdı.
Mekke'de bulunan erkekler ve kadınlar akın akın gelip müslüman oldular. Artık
çok yüksek bir inkılâb (devrim) olmuştu. O zamana kadar taşlara, ağaçlara ve
insanlara tapanlar, şimdi sadece Yüce Allah'a tapmaya başlamışlardı. Şimdiye
kadar Hazret-i Peygambere düşman olanlar, şimdi onu canlarından çok
seviyorlardı. Yeryüzünün bu mübarek beldesinden tabaka tabaka karanlıklar kalkıp
açılmış, onların yerine hidayet, fazilet, diyanet ve gerçek medeniyet nurları
yerleşmişti.

Hazret-i Peygamber, Mekke-i Mükerreme'ye, pek genç yaşta
bulunan fakat her yönü ile yeterli olan Esîd oğlu Attab'ı (radıyallahu anh) vali
tayin etti. Zilkade ayının son günlerinde Medine-i Münevvere'ye dönüldü.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:33 am

Huneyn Savaşı İle Evtas Olayı
Mekke'nin fethi üzerine birçok kabileler müslüman oldular.
Ancak en büyük kabilelerden olan "Beni Havazin ve Beni Sakıf' kabileleri savaşa
kalkıştılar. Taif ve Mekke arasında "Huneyn" denilen yerde toplandılar. Hazret-i
Peygamber henüz Mekke'de idi. Şevvalin yedinci günü on bin kişilik bir ordu ile
Huneyn'e doğru yürüdü.

Müslümanlardan bazıları: "Bu ordu, hiç bir zaman
azlıktan dolayı yenilmez," demişti. Bu, yanlış bir düşünce idi. Çünkü zafer
ancak Allah tarafındandır. Askerin çokluğu ise görünüşte olan bir sebebdir.
İnsan bu sebebleri hazırlamalı, fakat başarıyı Yüce Allah'dan beklemelidir. İşte
kendilerine bir uyarı dersi olmak üzere, müslümanlar bu savaşta önce bozuldular.
Fakat sonra Yüce Allah'ın lütfü ile yine üstün geldiler. Şöyle ki:

Büyük
kumandan Halid İbni Velid Hazretleri, yanındaki erlerle beraber tedbirsiz
yürürken pusuda bulunan Mekkeli müslüman erler de dağıldı. Böylece bozgun bütün
İslâm ordusuna sıçradı. Savaş alanında yalnız Peygamber Efendimizle ashabdan
birkaç kişi kalmıştı. Hazret-i Peygamberin gösterdiği metanet ve cesaret çok
üstündü. Şöyle sesleniyordu: "Ey Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım edenler!
Nereye gidiyorsunuz? Geliniz, ben Allah'ın kulu ve peygamberiyim!.." Sonra
müslümanlar uykudan uyanır gibi uyandı, toplarlanmaya başladılar. Düşmana çok
şiddetli bir saldırıda bulunarak şanlı bir zafer kazandılar.

Evtas
olayına gelince: Huneyn savaşı sonunda Beni Hevazin kabilesi İslâmiyeti kabul
ettiği için azad edilmişti. Kaçan düşmanlardan bazıları "Evtas" denilen vadide
toplanmışlardı. Gönderilen bir İslâm birliği tarafından esir edildiler.
İçlerinde Beni Sa'd kabilesinden Haris'in kızı "Şeyma" da vardı. Şeyma, Hazret-i
Peygamberin süt kızkardeşi idi. Hazreti Peygamber onun esir düştüğünü öğrenince
üzüldü ve mübarek gözlerinden yaşlar aktı. Onu okşayıp birçok ikramda
bulunduktan sonra kabilesine gönderdi.

Savaştan kaçan Beni Sakıf kabilesi
de gidip Taif'e kapanmışlardı. Taif şehri İslâm ordusu tarafından on sekiz gün
kuşatıldı. Fakat o sırada fethedilemedi, çember kaldırıldı. Bir yıl sonra Taif
halkı gelip müslüman oldular.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:33 am

Tebük Savaşı
Hicretin dokuzuncu yılı idi. Romalıların Şam'da İslama
karşı büyük bir ordu hazırlamış oldukları haberi geldi. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz otuz bin kişilik bir ordu ile Medine'den çıkarak "Tebük" denilen yere
kadar vardı. Yirmi gün orada kaldı. Fakat düşmandan hiç bir hareket görülmedi.
Artık Şam'a kadar gidilmesi uygun görülmeyerek Medine'ye dönüldü.

Tebük
seferi sırasında Medine'de kıtlık vardı. İslâm ordusu güçlükler içinde
hazırlanmış olduğundan bu orduya Ceyşü'l-Usre (Güçlük Ordusu) denilmiştir. Bu
orduya, zenginlerin yanı sıra fakirler de yardıma koşmuştu. Bir çok kadınlar
küpelerini, bileziklerini ve mücevherlerini bağış yaptılar.

Hazret-i Ebû
Bekir, bütün malını getirip teslim etti. Hazret-i Ömer malının yarısını verdi.
Hazret-i Osman, Şam'a göndermek üzere hazırladığı bir ticaret kervanını tamamen
bağışladı. İşte bunlar, bizler için Allah yolunda yapılan birer fedâkârlık
örneğidir.

Tebük seferi esnasında bazı kabilelerle münafıklardan
birçokları birer bahane ile sefere katılmayıp geri kalmışlardı. Bir kısım
münafıklar: "Böyle sıcak bir mevsimde yola çıkılır mı? Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem), Roma devletini oyuncak mı sanıyor?" diye insanlara korku ve
ürkeklik veriyorlardı. Hatta yolculuk esnasında Hazret-i Peygamber'in devesi
kaybolmuştu. Münafıklardan biri: "Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
peygamberim diyor, yerden gökten haber veriyor, fakat devesinin nerede olduğunu
bilmiyor," demişti.

Zaten münafıkların ve İslâm düşmanlarının âdetleri
budur. Her olaydan yararlanarak müslümanları şüpheye düşürmek, temiz inançlarını
sarsmak ve böylece onların kutsal varlığını perişan etmek isterler. Fakat ileri
görüşlü müslümanların asıl maksadlarının ne olduğunu, ne gibi bozuk fikirler
taşıdıklarını çok güzel bilir ve değerlendirirler.

Sonuç: Peygamber
Efendimiz o münafıkın yukarda geçen cahilce sözlerini, Yüce Allah'ın
bildirmesiyle ashaba anlatmış ve: "Vallahi ben Yüce Allah'ın bildirdiği
şeylerden başkasını bilmem. Şimdi Yüce Allah bana bildirdi: Deve falan
derededir, yuları bir ağacın dalına sarılıp kalmıştır. Gidin getirin," diye
emretti. Onlar da koşup gittiler ve deveyi o hal üzere buldular. Oradan alıp
getirdiler.

Tebük seferinden savaş yapılmaksızın dönülmüştü. Fakat bu
seferin birçok yararları görülmüştür. Bir kısmı: Müslümanların koca bir Roma
imparatorluğuna böyle meydan okuması herkese dehşet saldı. İslâm ruhundaki
kahramanlığı gösterdi. Birçok memleket idarecileri, müslümanlara cizye ismi ile
vergi vermeyi kabul ettiler. Yemen'den, Necid'den ve diğer yönlerden birçok
kabileler müslüman olmak üzere Medine'ye elçiler gönderdiler.

Artık Arab
Yarımadası'nda, müslümanlara karşı durabilecek bir kuvvet kalmamıştı.
Müslümanlığın çevreye yayılması beklenmedik bir genişlemeye varmıştı.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:34 am

Veda Haccı
Hicretin onuncu yılında Veda Haccı olmuştur. Şöyle
ki: Zilhicce ayına on gün vardı. Hazret-i Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
hac farizasını yerine getirmek için ashabdan kırk bin kişi ile Mekke'ye
yollandı. Arefe cuma gününe rastlamıştı. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)
, yüz binden çok müslümanla birlikte Hacc-ı Ekber yaptı. O
gün çok etkili bir hutbe okudu, ümmetine öğüt verdi. Şöyle
buyurdu:

"Ey İnsanlar! Dinleyiniz, anlayınız ve biliniz ki,
müslümanlar hep birbirinin kardeşidir. Bir kimseye kardeşinin malı helâl olmaz;
ancak gönül rızası ile olabilir. Sakın nefislerinize zulmetmeyiniz. Ey İnsanlar;
kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız, fakat sizin üzerinizde de onların hakları
vardır. Onlar, sizin haklarınızı gözetmelidirler. Siz de onlara güzel
davranmalısınız. Ey insanlar! Ben size gerekli olan din hükümlerini tebliğ ettim
ve size bir şey bıraktım ki, ona sarıldıkça hiç bir zaman sapıklığa düşmezsiniz.
O da, Allah'ın kitabı ile Peygamberinin sünnetidir."


Daha birçok
yüksek öğütlerden sonra: "Ey İnsanlar! Kıyamet gününde, "Muhammed size
risaletini tebliğ etti mi? diye sorulur. O vakit siz ne cevab verirsiniz?"

diye sordu. Onlar da: "Evet, tebliğ etti, diye şahidlik ederiz." dediler.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, üç kez: "Şahid ol, Allah'ım!.."
dedi.

O gün akşam üstü:

"Bugün size dininizi tamamladım,"
âyet-i kerîmesi nazil oldu.

Bu âyet-i kerîme, İslâm dininin en mükemmel
ve en son din olduğunu gösteriyor. Bu din ile müslümanlara ne büyük nimetler
verildiği ve İslâm'dan başka hiç bir dinin geçerli olmadığı adı geçen âyet-i
kerîmenin devamından açıkça anlaşılıyor.

Her müslüman, kavuştuğu bu büyük
nimet ve mutluluğu bilir, takdir eder, buna aykırı hiç bir söz ve hareket aklına
gelemez.

Bu âyet-i kerîme, Hazret-i Peygamber'in âhiret âlemine
göçeceklerine işaret ediyordu. Çünkü artık Peygamberin kutsal görevi tamamen
yerine getirilmiş, insanlar kısım kısım İslâm dinine girmiş ve girmeye devam
ediyordu. Artık Hazret-i Peygamber'in Yüce Allah'ın sonsuz rahmetine kavuşması
zamanı gelmişti.

Hazret-i Peygamber "Mina" denilen kasabaya inince
bir hutbe daha okudu. İnsanlara şöyle hitab etti:

"Ey insanlar! Her
birinizin canı ve malı diğerine haramdır. Kıyamet gününde Rabbınızın huzuruna
çıkacaksınız. O da, size yaptıklarınızdan soracak ve yaptıklarınızın karşılığını
verecektir. Sakın benden sonra, gayrimüslimler gibi, ayrılığa düşerek
birbirinizin boynunu vurmayın. Ey topluluk! Hac işlerini ve yapılma şeklini
benden öğreniniz. Bilmem ama, belki bundan sonra benimle bir daha
buluşamazsınız."


Bu hac, Peygamber Efendimizin son haccı olmuştu. Bu
hac görevini Mekke'de on gün içinde tamamladı. Oradaki mü'minlerle vedalaşarak
Medine'ye döndü. Bundan dolayı bu hacca "Haccetü'l-Veda (Veda haccı)"
denilmiştir.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:35 am

Peygamber Efendimizin Ahirete Göç Etmeleri
Peygamber Efendimiz(s.a.v.), Veda
haccından sonra ahiret hazırlıklarına başlamıştı. Hicretin on birinci yılı Sefer
ayının son günlerinde şiddetli bir baş ağrısı ile ateşli bir hastalığa tutuldu.
Hastalığı ağırdı; buna rağmen Mescid-i Saadete çıkıp bir hutbe okudu. Ashabı
kirama çok yüksek bir ifade ile hitab etti. Onlara yüksek bir adalet ve fazilet
ve bir hakseverlik dersi vermek için şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Her
kimin arkasına vurmuşsam, işte arkam! Kalksın bana vursun. Her kimin bende
alacağı varsa, işte malım! Gelsin alsın."

Kendisinden sonra, Arab
Yarımadası'ndan müşriklerin çıkarılmasını emretti. Çevreden gelecek elçilere
ikramda bulunulmasını öğütledi. Sonra ahiret âlemine göçeceğine işaret eden şu
konuşmayı yaptı:

"Yüce Allah, kulunu, dünya ile kendisine kavuşma
arasında serbest bıraktı. O kul da, O'na kavuşmayı seçti."

Peygamber
Efendimizin hastalığı ağırlaşınca, Ensar "Acaba halimiz ne olacak?" diye
endişelenmişlerdi. Bunu duyan, Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali ile, amcası
Hazret-i Abbas'ın oğlu Fadl'ın kollarına dayanarak tekrar Mescid-i Şerife çıktı.
Etkili bir hutbe okudu. Şöyle öğüt verdi:

"Ey İnsanlar! Benim vefat
edeceğimi düşünerek telâşlanıyormuşsunuz. Hiç bir peygamber ümmeti arasında
ebedî kalmadı ki, ben de sizin aranızda ebedî kalayım. Ey ensar! Size öğüdüm
şudur: İlk muhacirlere hürmet ediniz ve onları gözetiniz. Ey Muhacirler! Size de
öğüdüm şudur: Ensar'a güzel muamele yapınız. Ey insanlar! Günah, nimetin
kaybolmasına sebep olur. Eğer insanlar Allah'ın emirlerine boyun eğerlerse,
onların amirleri de öyle olur. İnsanlar âsi olursa, onların amirleri de böyle
olur."

Peygamber Efendimiz hasta olduğu halde, her ezan okundukça
Mescid-i Şerife çıkıyor, ashab-ı kirama imam olup namaz kıldırıyordu. Fakat
göçmelerine üç gün kala, hastalığı arttı. Artık Mescide çıkamaz oldu. Ebû
Bekir'e söyleyiniz, imamet etsin;" diye buyurdu.

Rebiülevvel ayının on
ikinci pazartesi günü, Ebû Bekir Hazretleri ashab-ı kirama sabah namazını
kıldırıyordu. Hazret-i Peygamber kendisinde bir kuvvet buldu, mescide çıktı.
Ashabının saf saf olup ibadet ettiklerini görünce, bundan pek hoşlandı ve Ebû
Bekir'e uyup namaz kıldı.

Ashab-ı kiram Peygamberimizin iyileştiğini
sanarak çok sevinmişlerdi. Oysa ki, Peygamber Efendimiz namazdan sonra saadetli
evlerine dönüp rahat döşeğine yattı. Artık Yüce Allah'ın manevî huzurlarına
kavuşacakları zaman gelmişti. O güllerden daha tatlı olan mübarek yüzleri bazen
kızarıyor, bazen sararıyordu. Alnından jaleler gibi ter damlaları serpiliyordu.
Nihayet zeval vakti idi ki, birer hidayet yıldızı olan o güzel gözlerini semaya
doğru kaldırdı: "Allah'ım! Beni en yüce dosta kavuştur," diye dua etti. Sonra da
mübarek başları aşağıya doğru meylediverdi. Artık kutsal ruhu en yüksek
mertebeye uçup gitti. (Sallallahu tealâ aleyhi ve sellem)
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hz.Muhammed (sav) Empty Geri: Hz.Muhammed (sav)

Mesaj tarafından KARAKAHYA Perş. Mart 12, 2009 5:35 am

Peygamber Efendimizin Göçmelerinden Doğan Üzüntüler
Hazret-i Peygamberin ahirete göçmeleri, ashab-ı kiram
arasında pek büyük üzüntüler uyandırdı. O büyük Peygamberin ehl-i beyti ağlayıp
sızlamaya başlamıştı. Hazreti Fatıme: "Ah babacığım!.." diye ağlıyordu. Hazret-i
Aişe validemiz de, Peygamber Efendimizin yüksek ahlâkını ve büyük olgunluklarını
anarak: "Eyvah! Şanı yüce o peygambere ki, dünyayı asla önemsemedi, ümmetinin
günahlarını düşünerek bir gece olsun, döşeğinde rahat uyuyamadı. Müşriklerin her
türlü eziyetlerine katlanarak asla ümitsizliğe düşmedi. Yoksulları ve zayıfları
lütuf ve ihsanından mahrum bırakmadı," diye hazin hazin ağlıyordu. Diğer ashabı
kiram ise konuşamaz bir halde kalmışlardı.

Hazret-i Ömer, Peygamberin
âhirete göç ettiğine inanamaz bir halde idi. Sonra Hazret-i Ebû Bekir gelip
Hazret-i Peygamberin yanına girdi. Peygamberin pak cismini örten örtüyü kaldırdı
ve o pak vücudu öptü. "Ey Peygamber, senin ölümün de hayatın gibi güzel!.." diye
ağladı. Ehl-i Beyt'e teselli vermeğe çalıştı. Sonra Mescid-i şerife gidip
minbere çıktı. İnsanlara şöyle hitab etti:

"Ey insanlar! Kim ki Hazret-i
Muhammed'e inanıyorsa, bilsin ki, o vefat etti. Her kim Yüce Allah'a tapıyorsa,
bilsin ki Allah hayat sahibidir, ölmez." Sonra hiç bir peygamberin dünyada ebedî
olarak kalmadığını söyledi. Dinlerinden döneceklerin asla Allah'a zarar
veremeyeceklerini, İslâm dininde sebat göstereceklerin mükâfata kavuşacaklarını
açıklayarak ashab-ı kiramın kendilerine gelmesini sağladı.

Ashab-ı
kiramın bütün seçkinlerini Beni Saide'nin, sofasında topladılar. Biraz
münakaşadan sonra Ebû Bekir Hazretleri ittifakla Hazret-i Peygambere halife
seçildi. Ondan sonra Peygamber Efendimizin techiz ve tekfini tamamlanarak
hastalığında yatmış olduğu hücrede (odada) gömüldü. Önce Hazret-i Peygamberin
Ehl-i Beyt'i, sonra diğer erkekler, kadınlar, gençler ve köleler takım takım
gelip teker teker namazını kıldılar. Vakit uzadı, ancak çarşamba gecesi seher
vaktinde mübarek kabrine konularak saadet bahçesine gömüldü.

Allah'ın
yardımı, mü'minlerin bağlılık ve teslimetleri her zaman O'nun ve O'nun yolunda
gidenlerin üzerine olsun.
KARAKAHYA
KARAKAHYA
Uzman Üye
Uzman Üye

Erkek
Akrep Mesaj Sayısı : 137
Doğum tarihi : 08/11/78
Yaş : 45
Nerden : Domaniç
rep sayısı : 0
rep gücü : 5668
Kayıt tarihi : 10/03/09

konum:
alanı:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz